BÜYÜKADA

Bugün Prenses adalarının en büyüğüne, Büyükada’ya gittik. Benim için unutulmaz bir yolculuktu. Ömrümün mutena bir sayfasına, özel bir gün olarak geçecek harika bir yolculuk… Sabah sekiz otuzda kalkan emektar şehir hatları vapuruna bindik Mudanya’dan. Kahvaltımız, sabahın beşinde hazırladığım tavuklu börek (Hasan Efe Özyaba’nın çok sevdiği), kaynamış patates, yumurta, domates, salatalık ve yolda Necati Usta’dan aldığımız simit ve aslında zorunlu kalmadıkça içmediğim sallama çaydan oluşuyordu. Yolculuğumuz tam üç buçuk saat sürdü.

DSC02311

Büyükada’da hiç kimseye yol iz sormadan yüreğimizin ve ayaklarımızın götürdüğü yollara verdik kendimizi. Çankaya Caddesi’nde yürürken birden Reşat Nuri Güntekin Sokağı çıkıverdi karşımıza, “Tamam” dedim “Buldum Reşat Nuri’nin evini” Vurduk kendimizi yokuşa, sokak bizi Reşat Nuri’ye ulaştırmadıysa da Çalıkuşu Çıkmazı’na götürdü. Sorduk orada evinden çıkmak üzere olan kodaman birine. Nerede Reşat Nuri diye…

DSC02427

Uzaklardaymış, o zaman şu çok methettikleri Rum Yetimhanesi’ne nasıl gidebileceğimizi sorduk. Gidenler bilir, bu Rum Yetimhanesi dünyanın en büyük monoblok ahşap yapısıymış. Tamam da tepenin en ucunda… Issız sokaklardan, keçi yollarından, kuzularını emziren koyunların yanından geçtik. Sonra bir meydan çıktı karşımıza, baktık bizim Çankaya Caddesi’nde bıraktığımız faytonlar, faytonları taşıyan yorgun ve bitkin atlar, faytonlardaki çoğunluğu Arap, birazı bizden veya Avrupa’dan yerli veya yabancı turistler…

DSC02459

Baktık, insanlar meydanda faytonlardan veya kiraladıkları bisikletlerden inip dimdik bir yokuşa vuruyor kendini… Ayayorgi Kilisesi, tepenin en tepesine kurulmuş. Nereden baksanız bir beş altı kilometre yürümüş olan ben sevgili eşimin de verdiği gazla hiç dinlenmeden vurdum kendimi yokuşa… Biraz yorucu olsa da tepede harika bir manzara bizi bekliyordu. Biraz dinlenip ve ziller çalan karnımızı doyurduktan sonra kiliseyi gezdik, doyumsuz manzaranın tadını çıkardık. Fotoğraflar çektik.

DSC02499DSC02493

Dönüşü faytonların, bisikletlilerin ve de yayaların kullandığı yoldan yaptık. Nereden baksanız bugün sağlam bir on beş kilometre yürümüşümdür. İskeleye geldiğimde Reşat Nuri’nin de Stalin tarafından sürgüne gönderilmiş Troçki’nin de evini bulmaya yetecek mecalim de zamanımız da kalmadı. Aklımda adanın bakımlı evleri, kedileri ve itleri ve en çok da bakımsız, acımasızca yarıştırılan zavallı atları kaldı.

DSC02536

4 comments

  1. Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
    Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
    Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu.
    Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
    Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
    Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
    Ana gibi yâr olmaz İstanbul gibi diyâr;
    Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
    Gecesi sümbül kokan,
    Türkçesi bülbül kokan,
    İstanbul,
    İstanbul…

    Nedim

Yorum bırakın