“Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim.” dedin
“Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.”
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.’
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.
Kavafis’in şiiri bu, Cevat Çapan’ın çevirisiyle… Ömrümü tükettiğim bu şehirden, çok uzaklardaki bir başka şehre gittiğimde; başka evleri, sokakları, başka yaşamları gördüğümde bu şehrin arkamdan geleceğini sanmıştım. Çok da öyle olmadı aslında, ülkemin kaosundan, her gün değişen çılgın gündeminden, kavgalardan, ağız dalaşlarından, insana saygı duymayan trafiğinden, doğanın ve insanın talanından, siyasetçinin yalanından bir ay da olsa uzaklaşmak iyi geldi bana. Hani Servetifünuncular da memleketin baskıcı ortamından bezmişler, Yeni Zelanda’ya kaçmak istemişler, bu memleket onları bırakmamış, gidememişlerdi ya, sonra Tevfik Fikret küserek topluma, çekilmişti ya Aşiyan’ına. Kavafis’in dediği gibi, aynı sokaklarda dolaşıp aynı mahallede kocayacağımı, nereye gidersem gideyim bu şehrin arkamdan geleceğini bile bile bu şehirden gitmek, hem de oğlumun yaşadığı şehre gitmek bana öyle iyi geldi ki… Kocaman bir ömre sığdıramadığım birçok şeyi bir aya sığdırdım. Yeni bir ülke, başka bir deniz bulamayacağımı bile bile yepyeni bir şehirde, hem de dünyanın en büyük okyanusunun yüreğine kadar sokulduğu bir şehirde her şeyi ama her şeyi, döneceğimi bile unutarak bir ay yaşadım.

Bu ağaca bu şiir iyi gelir.
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat…
Atları rüzgâr…
Atları…
At…
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
(N. Hikmet)






















