“KUŞLAR, KÖSTEBEKLER VE TANRILAR”

Fazıl Sayın - Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar

Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar, Çanakkaleli öğretmen – yazar Fazıl Sayın’ın ikinci romanı.  Hem Çanakkaleli  hem de meslektaşım olması dolayısıyla kitaba özel bir sempatiyle başladım. Çolpan Kitap tarafından 2018’de yayımlanan roman; 277 sayfa, kitabın kapak görseli Balya Karaaydın Madenleri ( Societe Anonyme Ottomane des Mines de Balia-Karaidin)   hisse senedinden bir ayrıntıyı resmediyor. Doğrusu hoş ve anlamlı bir seçim olmuş. Şirket, 1892 yılında Balıkesir yakınındaki Balya ve Karaaydın’da bulunan Simli Kurşun Madenlerini işletmek amacıyla kurulmuş.

Kitabın arka kapağında Balya ve bu şirketle ilgili şunlar yazıyor: “Yeraltı zenginliklerinin Kocagümüş Köyü’nden yarattığı erken bir şehir Balya. Sanayi Devrimi sonrasında hammadde ihtiyacını karşılama arayışına giren sömürgeci Avrupa ülkelerinin Osmanlı coğrafyasında ilk girdiği yerlerden biri. Balya Madenleri önce bir Alman şirketi, ardından bir Fransız şirketi tarafından işletilir. 1892’de bir Fransız şirketinin kurduğu Balya Karaaydın Madenleri Osmanlı Anonim Şirketi, 1939’a kadar Türkiye’nin yeraltı zenginliklerinden bir bölümünü Avrupa’ya taşır.”

Kitabın arkasında yazılanlar bana yetmedi, kitabın görselinde kullanılan hisse senedi beni daha başka yerlere götürdü.  https://www.porssitieto.fi/kirjoitus/balia-karaidin.html linkinde yazılanlara göre Balya’da kurşun, çinko ve gümüş rezervleri antik çağlardan beri biliniyormuş. 400.000 (metrik) ton kurşun, 400.000 ton çinko metal, 1.000 ton gümüş ve toplam 4 milyon ton cevherden 3 ton altın üretilerek 1880-1939 yılları arasında Fransa’ya ihraç edilmiş. 1892’den itibaren bu büyük maden rezervinin işleticisi, kitabın da mihenk taşını oluşturan Balya-Karaidin Madenler Osmanlı Anonim Şirketi.

Balya’da madenciliğin başlamasıyla birlikte yollara da ihtiyaç duyulur. 1901’de Fransızlar tarafından Balya Mancılık’ta elektrik için bir termik (kömür) enerji santrali kurulur. Sonra da Balya’dan Edremit Körfezi’ndeki Akçay limanına kadar bir demiryolu inşa edilir.

Türkiye’deki ilk işçi grevi 1908’de Balya’da gerçekleşir. 1913’te şirket, dünyanın en büyük madencilik şirketlerinden biridir. Fakat I.Dünya Savaşı nedeniyle faaliyetlerine bir süre ara vermek zorunda kalır. Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasından sonra, 1924’te Balia-Karaidin Türk Maden Şirketi olsa da ana mal sahipleri ve idarecileri Fransız’dır. Katiplerin 40’ı Rum, dört beş bin çalışanı Türk’tür. Şirkette 1927’de meydana gelen bir yangın hükümet yardımıyla bile telafi edilemeyecek bir hasara yol açar. 1935’te şirket, faaliyetlerini başka bir şirkete devretmeye çalışır, devletten mali yardım alır ama 1935’teki kriz nedeniyle  çalışmasını tamamen bitirmek sorunda kalır ve 1940’tan 1950’ye kadar tasfiye edilir.

Kitap kapağında bulunan görsel işte bu maden şirketinin hisse senedinden alınmış. Bu figürün Tanrıça Athena (Minerva ) olduğu şeklinde bir görüş mevcut. Athena’nın simgeleri zeytin, baykuş, mızraktır; oysa buradaki Tanrıça’nın bir elinde madenci feneri, diğerinde ise bir kazma bulunmakta. Öyle sanıyorum ki şirket, Tanrıça Athena’nın elindeki sembolleri kendine göre değiştirmiş  ve kendisi başka bir maden tanrıçası yaratmış. Aslında madencilik ve ateş tanrısı  Hephaistos’tur. Athena ile birlikte mesleklerin piri ve koruyucusu olarak kabul edilir. Tarımı, uygarlığı ve şehir hayatını korur. Anadolu kökenlidir.Zeus’la Hera’nın oğlu olarak bilinir ve tanrıların en çirkini olmasına rağmen en sevilenidir. Belki de çirkinliği nedeniyle maden şirketinin hisse senetlerinde yer alamamıştır.

Romana dönersek, romanın geçtiği yer, mitolojideki adıyla İda Dağı’ndadır. Tanrıların bulunduğu dağ yani… Romandaki tanrılar ise Balya madenlerini işleten ve işçileri iliğine kadar sömüren tanrılar, yani patronlardır: Monşer Ralli ve  Kalantor adıyla anılan Fransuva. Kalantor’un kızı Abella eğer patron olabilseydi daha şefkatli olacaktı diye düşünüyorum nedense. Bir de Mühendis Gerard’ı unutmamak gerek, Tanrı değil ama madenin patronlarının sağ kolu ve nihayetinde de damadı olarak önemli bir kişilik…

Romanın başlığından hareketle “Köstebekler” madende çalışan işçileri temsil etmekte… Monşer Ralli’nin yönetimi oğlu Kalantor’a devrederken yazdığı mektup, aslında her şeyi özetliyor gibi. “İyi ki Balyalılar, aklın paradan güçlü bir varlık olduğunu bilmiyorlar” (s.26) Yine aynı sayfada, aynı mektuptan “Bizim vazifemiz, Balya’nın refah seviyesini yükseltmek değil. Zaten onların sefaletten kurtulması bizim hükümranlığımızı sona erdirir. O yüzden onlar ne sürünmeliler ne yürümeliler. Sonuna dek bize şükran duyarak yaşamalılar.” Bu sözler emek sömürüsünü çok net bir biçimde açıklıyor. Monşer Ralli, yeni patrona öğütler vermeye devam ediyor:” Senin işin kuşlar ve köstebeklerle Fransuva. Kuşlar, başka gökyüzünün olduğundan haberdar olmamalılar.  Kuşları diyorum Fransuva, onları iyi kullan. Uçan kuştan haberin olmazsa hasadın talan edilişini hüsranla seyredersin. İyisi mi sen kuşun peşine kuş tak. Ve o kuşlar, sadece sana ötsünler. Sesi güzel olanı da mutlaka mükafatlandır.Köstebeklere gelince Fransuva, onlara gün yüzü gösterme! Onlar, kaderlerinin karanlık tüneller olduğuna inansınlar.” (s.26) Ve tanrılar… “Sen güçlendikçe insanlar seni tanrılaştıracak. Her şeyi senden isteyecekler. Dilediklerini verirsen dua edecekler, vermezsen lanet okuyacaklar. O zaman Tanrı’yı daha iyi anlayacaksın. Senin cennetinde olmak isteyenler bedelini ödemeli… Cehennem zaten boş kalmaz.” (s.27)

Yazarın konu seçimi oldukça ilginç… Başlık da öyle… Romanın dil ve anlatımına değinecek olursak yazarın sürükleyici bir anlatımı olduğunu ifade edebilirim. Fakat romandaki yazım yanlışları ve anlatım bozuklukları ne yazık ki anlatıma gölge düşürüyor. Bazı sözcükler yanlış yazılmış, hatta bazı sayfalarda aynı sözcüğün hem yanlışı hem doğrusu yazılmış. Bu yanlışlar bir kez yapılmış  olsaydı baskı hatası der geçerdim. Fakat ne yazık ki yanlışlar dikkatli bir okurun gözünden kaçmıyor. [1]

Anlatım bozukluğu olan cümleler de [2] romanın akıcılığını olumsuz yönde etkiledi diyebilirim. En azından benim için durum bu.

Romandaki kişi kadrosu epey kalabalık… Bu iyi mi kötü mü olmuş bilemiyorum. Kalabalık kadro, derinlemesine ruh tahlillerini engellemiş sanki. Ayrıca Gerard ile Kalantor’un kızı Abella evliliğinin bir anda gerçekleşmesi ve yine bir anda bozuluvermesi kafamda soru işaretleri uyandırmadı değil. Evlilikleri hangi nedenle bozuldu; Gerard, eski sevgilisi Leyla’ya dönme kararını hangi koşullarda aldı gibi sorular romanın sonuna kadar beni terk etmedi. Ayrıca, madende işçi olarak başlayan Mehmet’in kapalı yerde çalışamadığı için sırf çok iyi dövüştüğü gerekçesiyle Gerard’ın sağ kolu olması, daha sonra da belediye başkanlığına kadar yükselmesi de romanın örgüsü içinde sanki havada kalıyor. Acaba diyorum yazar bu kadar kalabalık bir kişi kadrosu yerine daha az tanrı, köstebek ve kuş üzerine mi yoğunlaşsaydı? Bir başka açıdan düşündüğümde de romandaki kuşlar ve köstebekler “tanrılar” için önemsiz olduğundan yazar da bu kadro üzerinde fazla yoğunlaşmamış olabilir.

Romandaki olaylar 1925 Nisan’ında Balya’da başlayıp 1933’te yine Balya’da sona eriyor. Cumhuriyetimizin ilk on yılı diyebiliriz;  şapka ve harf inkılaplarının halk arasında nasıl bir karşılık bulduğu oldukça iyi işlenmiş. Yazarın çevre konusundaki duyarlılığı da romanın mihenk taşlarından diyebilirim. Çünkü doğal dengenin bozulması romandaki dengelerin de bozulmasına sebep oluyor.

Başa dönersek, Fazıl Sayın’ın ilk romanını okumadım ama bu romanına en başta bahsettiğim nedenlerden dolayı oldukça sempatiyle başladım. Yukarıda sözünü ettiğim bazı olumsuzluklar dışında, yoğun bir araştırma gerektiren bir konuyu yazar oldukça başarılı bir şekilde kaleme almış olsa da  nasıl ki klasik eserler insan hayatının farklı dönemlerinde birkaç kez okunmayı hak ediyor ve gerektiriyorsa bence Fazıl Sayın da on yıl sonra Kuşları, Köstebekleri ve Tanrıları bir kez daha yazmalı…

[1] “şöför” (S.9)

“amale” (S.20, 22, 23, 27 (aynı sayfada hem amele hem amale), 109, 158, 160,

herşey (s.96)

[2] “Kapısını şoförün açtığı otomobilin kapısından ilk inen yeni Vali Mümtaz Bey oldu.” (s.74)

“Şimdi sen bize diyorsunuz ki Kalantor batabilir, madeni kapatabilir.”(s.111)

“Madam Caroline, bu densizliğe daha fazla tepkisiz kalamayacağa benzemiyor, kılıcını kınından çıkarmaya hazırlanıyordu.” (s.123)

“Mehmed, onu tarlanın ortasındaki o armut ağacın dibinde bırakıp koşa koşa evine ulaştı.” (s.133)

“Abella’nın küstahlık etmek niyeti etmek değildi. (s.204)

“Esma, Balya ziyareti sonrası Abella’yı evine davet etti. ‘Hatice Anne’yi ve Çakır Baba’yı özlemiştim ben de.’ diyerek davet karşısındaki sevinci belirtti.” (s.210)

“Şu an burada toplandığımız gibi bir araya gelip Vali Bey’in nezaretinde bir heyet olarak Ankara’ya gidelim, elbette bize sahip çıkılacaklardır.” (s.214)

“Oturduğu iskemlenin karşına denk gelen musluğun altına elini uzatan Mehmed…” (s.215)

“…ayrıca son bir ricam da zehirli topraklardan dolayı telef olan hayvanların bedelini sahiplerine ödenmeniz.” (s.247)

“İnsanlar arasında sözlü alışverişin dışında böyle bir alışveriş olduğunu(n) ben de farkındayım. (s.253)

 

 

Yorum bırakın