EYLÜLDE OKUDUKLARIM

2020’nin başında kendime bir liste yapmıştım. Listemdeki kitapların yarısını okuyabildim çünkü evdeki hesap çarşıya uymadı. Yıl boyunca listeme başka kitaplar da eklendi. Örneğin bu yılın başında okumayı planladığım Jeffrey Eugenides’in Politzer Ödüllü “Middlesex”, Dag Solstad’ın “Mahcubiyet ve Haysiyet”, Doris Lessing’in ” Hayatta Kalma Güncesi ” ve yine aynı yazarın “Beşinci Çocuk”; yeraltı edebiyatında Charles Bukowski’nin “Pis Moruğun Notları”, Chuck Palahniuk “Gösteri Peygamberi” kitaplarını okumaya bir türlü sıra gelmedi. Daha da önemlisi “Hiper” roman türünü tanımak amacıyla listeme aldığım Vladimir Nabokov’un “Solgun Ateş”ini de okuyamadım. Çünkü edebiyat grubundaki söyleşileri de takip etmek istiyordum. Sonuçta eylül ayında senenin başında planladığım kitapların hiçbirini okuyamadım. Bu açıdan bakınca hedefimi gerçekleştirmiş sayılmam. Ama eylül ayı boş geçmedi.

Yapmakta olduğum bir çalışma için İlahi Komedya’nın “Cehennem” bölümünü okudum. İlahi Komedya, sadece İtalyan dilinin ilk ve en uzun soluklu şiiri değil, dünya edebiyatının da başyapıtlarından biri. “Cehennem”, “Araf” ve “Cennet” olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Kitap terza rimanın ilk örneği aynı zamanda. Dante’nin “Komedya” adını verdiği kitaba “İlahi” sözcüğü “Decameron” hikâyelerinin yazarı Boccacio tarafından eklenmiş. Cehennem bölümünde Dante’ye Romalı şair Vergilius’un ruhu; Araf ve Cennet bölümünde ise hayatı boyunca sadece iki kez gördüğü ve platonik bir aşkla bağlandığı Beatrice’in ruhu rehberlik ediyor. Dante’nin 9 yaşında bir çocukken gördüğü 8 yaşındaki Beatrice başka biriyle evlenmiş ve 24 yaşında da ölmüş.

Dante’nin “İlahi Komedya”sının “Cehennem” bölümünü resimleyen Botticelli güzelliğe meftun bir Rönesans ressamı. İlginç bir adam. Sanat dünyasında “Küçük Fıçı” olarak da anılıyor çünkü soyadı bu anlama geliyor. Floransa’da Uffuzi’de sergilenen “Venüs’ün Doğuşu” ve “İlkbahar” tabloları onun en önemli eserlerinden. “İlkbahar” tablosu ile ilgili bir yazı yazarken karşıma Marina Fiorato çıktı. Botticelli’nin Sırrı”, “İlkbahar” tablosunda tanrıça “Flora” için modellik eden “Luciana Vetra” adlı bir hayat kadınının ile Botticelli’nin kendisine bir ödeme yapmaması üzerine tablonun eskizini yanına alarak kaçmasıyla başlayan gizemli olayları anlatan bir roman. Kadının çevresindeki herkes cinayetlere kurban giderken Luciana, Santa Croce Manastırı’na sığınıyor ve orada rahip adayı Guido’yla tanışıyor. Böylelikle Luciana ve Guido’nun Rönesans İtalya’sının dokuz şehrine doğru kaçışları başlıyor. Biz de bu kaçış esnasında “İlkbahar” tablosunun gizemlerinin çözülüşüne tanık oluyoruz. Altı yüz sayfadan oluşan Botticelli’nin Sırrı, resim sanatından ve macera romanlarından hoşlananlar için güzel bir kitap diyebilirim. Kurgusu oldukça ilginç çünkü. Kitabı elinizden bırakamıyorsunuz.

2020 yılı benim için bir bakıma Sevinç Çokum yılı da oldu diyebilirim. “Bir Eski Sokak Sesi”, yazardan okuduğum dördüncü kitap. Daha önceki kitapları roman türündeydi. “Bir Eski Sokak Sesi”nde “Eğik Ağaçlar” ve “Bölüşmek” adıyla daha önce yayımlanan kitaplarındaki öyküleri yer alıyor. Çokum, roman türünde olduğu gibi öykü türünde de çok başarılı bir yazar bence. “Bir Eski Sokak Sesi”, adından da anlaşılacağı üzere, bundan elli yıl öncenin sokak seslerini taşıyor bize. Çokum okurken dünyadan kopuyorsunuz, onunla beraber ahşap evlerin arasında dolaşıyor, çekilmez şehirlerin gürültülerinden uzaklaşıyorsunuz. Yazarın sihirli bir dili var sanki. Bazı cümlelerin altını çizmeden edemedim. Eğik Ağaçlar’da “Aklını zaman köprüsüyle bozmuş bir deli”, hele “Eğik Ağaçlar II”de “O bir gökkuşağıysa kocası da bir kara buluttur yanında” ne kadar güçlü ifadeler… “Yalnızlık” öyküsünde “eşi kaybolmuş bir terlik”, “giyilmediği zaman karanlık ve hüzünlü boşluğunda, sahibinin ayaklarını arayan ayakkabılar”, hele “Doludizgin”deki “Zaman o kırbaçladığımız, iyi ki koşuyor böyle. Acıyı toz duman içinde bırakıp gitmese güler miydik yeniden?” cümlesi insanda ayrı bir öykünün kapısını aralıyor.

“Yazmalı Defter”, Faruk Duman’dan okuduğum ilk kitap. “Yazmalı Defter”, 2017 yılında basılmış. 94 sayfadan oluşan kitapta konusunu “yazı”nın oluşturduğu denemeler yer alıyor. Yazar, bu kitabında “yazmak nedir”, “yazmanın amacı” ve “niçin yazarız” sorularının cevabını arıyor.

Son okuduğum ise, Serkan Türk’ün “Uzun Ruhlu Bir Cüce” başlığını taşıyan şiir kitabıydı. “Bir Eski Sokak Sesi” gibi bu kitap da grubumuzdaki okuma etkinliği için seçilen bir kitap. “Uzun Ruhlu Bir Cüce”, Serkan Türk’ten okuduğum ilk kitap. “Ausgang” adlı romanı da kitaplığımda beni bekleyen romanlardan biri.

Pandemi günlerinin tek iyi tarafı, okumaya ve yazmaya daha çok fırsat bulabilmem oldu. Salgının bize yaşattıkları yüzünden bazen kendimi hapishanedeki bir mahkûm gibi hissediyorum. Tahliye umuduyla yaşadığım bugünlerde, tek sığınağım kitaplar ve Nazım Usta’nın o güzel şiiri…

Dünyadan, memleketinden, insandan
umudum kesik değil diye
İpe çekilmeyip de
Atılırsan içeriye,
Yatarsan on yıl, on beş yıl
Daha da yatacağından başka,
‘Sallansaydım ipin ucunda
Bir bayrak gibi keşke”
Demiyeceksin,
Yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık,
Boynunun borcudur fakat,
Düşmana inat
Bir gün fazla yaşamak.

İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin
Kuyunun dibindeki taş gibi.
Fakat öbür tarafın
Dünyanın kalabalığına
Öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin içerde,
Dışarda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa.
İçerde mektup beklemek,
Yanık türküler söylemek bir de,
Bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
Tatlıdır ama tehlikelidir.

Tıraştan tıraşa yüzüne bak,
Unut yaşını
Koru kendini bitten,
Bir de bahar akşamlarından;
Bir de ekmeği
Son lokmasına dek yemeği,
Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kim bilir,
Sevdiğin kadın sevmez olur,
Ufak bir iş deme,
Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
İçerdeki adama.
İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena,
Dağları, deryaları düşünmek iyi.
Durup dinlenmeden yazmayı,
Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana,
Bir de ayna dökmeyi.
Yani içerde on yıl, on beş yıl,
Daha da fazla hatta
Geçirilmez değil,
Geçirilir,
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir!

Yorum bırakın