Tatil Kitabı’nın Düşündürdükleri

İki günden beri elimden bırakamadığım bir kitaptan söz edeceğim. Daha doğrusu kitabın benim üzerimde bıraktığı etkilerden… Mahir Ünsal Eriş’in kaleme aldığı “Tatil Kitabı”,  gurbetçi  bir ailenin  geçim zorlukları nedeniyle  bakmakta zorlandıkları en küçük kızları Münevver’i, “memleket”teki akrabalarına bırakmalarını konu ediyor. Roman, küçük bir sokakta yaşayan insanların 1980 yazındaki hayatını, komşuluk ilişkilerini, devrim hayali kuran gençleri, sıkıyönetimi, 12 Eylül Darbesi’ni ve küçük Münevver’in bu hayata uyum sağlama çabalarını anlatıyor.

Yağmurlu iki gün boyunca, mutfak penceresinin önüne attığım sandalyede, Tatil Kitabı’nı okurken  beni heyecanlandıran tatlı  bir sürprizle de karşılaştım. Sayfalar arasında ilerledikçe karşıma tanıdık sokaklar, meydanlar çıkmaya başladı.  Çanakkale doğumlu olan yazar; romanın geçtiği kasabanın adını doğrudan vermiyordu; sokak, meydan, dükkân isimleri ve çevre betimlemeleri ile okuyucuyu meraklandırıyordu. Kocabaş Çayı’ndan, Çan’dan gelen kestaneden, Kalafat Köyü’nden, mahallelinin bir kamyonetin arkasına doluşarak denize girmek için gittikleri Şevketiye’den; annelerin, müstakbel  dünürlerini uzaktan şöyle bir gördükleri bir yer olduğu için Kaynanalar Parkı diye bilinen parktan, neredeyse bütün kasabalının alışveriş yaptığı İki Kapılı adındaki bin bir çeşit eşya satan dükkandan söz ederek  Biga’yı bilenler için yeterince ipucu veriyordu.

Yunan filozof Epiktetos “Bir insanın ana yurdu, çocukluğudur” der.  Romanda sözü edilen mekânlar, ana yurduma dönüş için hoş bir gerekçe oluverdi. Çocukluğumun üç yılı Biga’nın bir köyünde geçmişti. Yetmişli yılların başlarına denk gelen bu zamanlarda Biga, benim için çok uzaklardaki bir şehir gibiydi. Zaten köyde de Biga demezler, “şeer” derlerdi. Hacı dedem, çarşamba  günleri pazar alışverişi için şeere iner;  “iki gözüm” diye seslendiği Hacı nineme kuru yemiş, dönüşünü dört gözle bekleyen dört torununa da halka getirirdi. Halka, simidin bizim dilimizdeki karşılığı idi. Dayımın tarlalarında meccani çalıştığı zamanların haricinde,  Zenith marka makinesinde dikiş dikerek harçlığını çıkaran annem de iğne, iplik gibi dikiş gereçlerini yazarın kitapta sözünü ettiği “İki Kapılı”dan tedarik ederdi.

Romanda sadece mekân değil, kullanılan dil de tanıdık… Bizim oraların dili… Hasan Hüseyin’in Ağustos Şiiri’nde “Damlarda kayısı yarsalar Rumeli göçmenleri / Dillerini sevdiğim kıvırcık dillerini” diye tanımladığı Rumeli göçmenlerinin kıvırcık dili… Birbirlerine “mari” diye sesleniyorlar. “Zira” yerine “zere” diyorlar. “Siftah”, “sefte” oluyor dillerinde;  “darbuka”, dümbek; “pişi” gödek…  Sevgiliye “manita”,  kuzineye maşınga,  çekirdeğe gündöndü ya da gündendi… Ha, bir de her cümlenin sonuna kene gibi yapışan “beya”… Kitapta sözü edilen kan kardeşliği ve ahretlik de sosyal yaşamın önemli bir parçasıydı. Bizimkiler “ahret” demezlerdi de “aaret” derlerdi. “Aaret”, bir tür kardeşti, hatta kardeşten de öteydi. Bizim köyde “ahret anne”, “ahret abla”lık da vardı. Kan kardeşliği, günümüzde  “kanka”ya evrildi, artık oralarda da “aaret” falan kalmadı.

Tatil Kitabı’nın başı ve sonu insanın içini sızlatıyor ama orta yeri tam da benim çocukluğum… Çocukluğumun üç yılı Biga’da, geri kalanı da Çan’da geçti. Yetmişli yıllardaki komşuluk ilişkileri bambaşkaydı. Yazar,  öyle başarılı anlatmış ki sayesinde o komşulukları yeniden yaşadım. Akşam oturmaları,  kapı önü sohbetleri,  akşam ezanına kadar sokakta oynayışımız, yılda iki kez hep birlikte panayıra, yaz sıcağında ise mahalleden birinin kamyonuna doluşarak denize gidişimiz;  yeni yılı karşılamak için televizyonu olan bir komşuya cümbür cemaat doluşmamız; kederi, neşeyi, sevinci, sırları paylaşmamız, zor zamanlarda borç alıp verişimiz şimdi Kaf Dağı’nın ardında yaşanmış bir masal gibi…  Kitabın arka kapağında da yazıldığı gibi;  “yer yer gülümseten, yer yer iç sızlatan bir çocukluk hikâyesi Tatil Kitabı” ve benim gibi geçmiş zamanları, çocukluğunu, mahallesini, sokağını, o eski komşulukları özleyenler için güzel bir armağan gerçekten de…

Yorum bırakın