18-21 Mayıs 2024

Banff Ulusal Parkı, Vancouver’a Trans-Canada yolu üzerinden 847 kilometre. Arabayla dokuz on saat tutuyor. Bizim o kadar zamanımız olmadığından uçakla Calgary’ye gittik. Hem zamandan tasarruf edecektik hem de sadece Banff’ı değil, Calgary’yi ve çok yakınlardaki Tyrell Dinozor Müzesini de görecektik.
18 Mayıs sabaha karşı saat 03,30’da havaalanına gitmek için evden ayrıldık. Yağmurlu bir sabahtı. Saat 6’da uçağa binmiştik bile. 6.45’te Vancouver’dan havalanan uçak, 8.40’ta Calgary’ye indi. Yol boyunca hepimiz çok neşeliydik. Havaalanında TİM’de yaptığımız kahvaltının ardından, Oğuzhan’ın daha önceden kiralamış olduğu arabayı teslim aldık. Gri bir Nissan’dı. Kocaman bir araba… Tyrell Müzesi’ne doğru gitmek üzere yola koyulacakken daha şehirden çıkmadan araba sıkıntı çıkardı. Hemen yakınlardaki bir servise gidip arabayı değiştirdik. Bu kez bize Kia marka sarı renkli bir otomobil verdiler.
Tyrell Müzesi, Drumheller’deydi. Calgary ile Drumheller arası bir buçuk saat sürüyor. Trafiğin yok denecek kadar az olduğu yol boyunca sağda ve solda açılmış irili ufaklı petrol kuyuları, tek kanallı yıllarda TRT’de yayınlanan ve yayınlandığı akşamlarda çoluk çocuk tüm memleketi televizyona kilitleyen ünlü Dallas dizisini hatırlattı. Dizinin Teksaslı kötü adamı Ceyar (J.R. Ewing), bu petrol kuyularından birinden önümüze çıkacakmış gibi bir duyguya kapıldım nedense. Bir buçuk saat süren yolculuğumuzdan aklımda kalan bir bu petrol kuyuları, bir de masmavi gökyüzünden bizi izleyen hülyalı bulutlardı.

Drumheller, küçücük bir kasabaydı. Nüfusu sekiz bin civarındaymış. Kasabaya varmadan, “Welcome to Drumheller” yazısıyla bizi karşılayan kocaman dinozor heykelinin önünde mola verdik. Fotoğraflar çektik. Nedense bu dinozorlar bana Melih Gökçek’in Ankara’ya yaptırdığı komik dinozorları hatırlattı. Kasabanın girişindeki kısa yemek molasından sonra Royal Tyrell Müzesi’ne ulaştığımızda saat 15.30’u gösteriyordu.
Drumheller, çevresini kuşatan Red Deer River Valley’deki dinozor fosillerinin keşfiyle ünlü. İskeletleri 1884 yılında keşfeden Joseph Burr Tyrrell olup, Drumheller’de bulunan Royal Tyrrell Museum of Palaeontology adını ondan alıyormuş.

Royal Tyrell Kraliyet Paleontoloji Müzesi
Müze binası oldukça büyük. Arabamızı park alanına bıraktıktan sonra müzeye girdik. 1985 yılında açılan müze, Kraliçe II. Elizabeth’ten “kraliyet” unvanını aldıktan sonra, Haziran 1990’da Kraliyet Tyrell Paleontoloji Müzesi olarak yeniden adlandırılmış. Dünyanın en önemli dinozor müzelerinden biri olan Tyrell’da 160.000’den fazla kataloglanmış fosil sergileniyormuş. Müzenin kendisi de fosil tabakalarının ortasında yer alıyor zaten. Bu nedenle müze dışında da yürüyüş parkurları, seyir terasları bulunuyor.

Dinozor salonundaki en nadide parça “Kara Güzellik” idi. Tyrannosaurus türünün dünyadaki on dördüncü en eksiksiz iskeletiymiş. Triyas devleri, deniz sürüngenleri, artık yeryüzünden silinmiş binbir çeşit hayvan fosilinin bulunduğu müze, gerçekten çok etkileyiciydi. Eşsiz koleksiyonu nedeniyle müze, beş Guinness Dünya Rekoru’na sahipmiş. Zaman tünelinde, milyonlarca yıl öncesinde bir gezi yapmış gibi olduk. Bu nedenle Tyrell Müzesi, unutamayacağım bir müze olarak kalacak.


Müzeden çıktığımızda bembeyaz bulutlar, yerini kara bulutlara terk etmiş, şiddetli bir yağmur başlamıştı. Biraz ilerledikten sonra gördüğümüz, bizim Peri Bacaları’ndan daha minyatür yapılar da bu geziden bir hatıra olarak kalacak.
Calgary’ye dönüşümüzü başka bir yoldan yaptık. O yol da çok sessiz ve sakindi. Hava biraz açmıştı, önümüzde sonsuzluğa akıyormuş hissi veren tek şeritli yol, çocukluğumun “susa”sına çok benziyordu.

Calgary’deki otelimize dönmeden önce şehrin girişinde, verdiğimiz yemek molasında garson çocuğun benim adımı incelterek telaffuz edişi çok hoştu. “Seyyyhannn” diye bağırışı hâlâ aklımda.
Uzun bir gün olmuştu. Gece yolculuğu, Alberta topraklarında seyahat, müze gezisi falan derken yemek yedikten sonra kendimizi iyice saldık. Duş alıp dinlenmek için bir an önce otele gitmeliydik.
Geceyi Calgary’daki Comfort Inn & Suites AirportNorth’ta geçirdik.
BANFF YOLUNDA 19 Mayıs 2024

Sabah kahvaltısından sonra saat 10.30 gibi otelden ayrıldık. Bu kez rotamızı Banff’a çevirdik. Önümüzde Trans-Canada Hwy üzerinden bir buçuk saatlik bir yol vardı. Hava çok güzeldi, dünkü pamuk bulutlar, bugün de bize bize eşlik ediyordu.
Yola çıkmadan önce bir benzin istasyonuna uğradık. Kanada’da pompacı yok, herkes kendi arabasının pompacısı. Oğuzhan, 32 litre benzin için 60 dolar ödedi. Kananaskis Country’ye yaklaştığımızda muhteşem karlı dağlar karşıladı bizi. Yol üzerindeki Tim Horton’da küçük bir kahve molasından sonra Kananaskis Dağları’nın ortasındaki Water Valley’e uğradık. Zümrüt yeşili gölün kenarında fotoğraflar çektik.

Yolumuzun üzerindeki Canmore’u görmeyi dönüşe bırakarak enfes yol manzarasının tadını çıkarmaya devam ettik. Oğuzhan, yol üzerindeki göllere uğramaya çalışıyor, bu güzellikleri bizimle de paylaşmak istiyordu. Artık Banff Ulusal Parkı sınırları içindeydik.
BANFF ULUSAL PARKI
Rocky Dağları’ndaki Alberta eyaletinde yer alan Banff Ulusal Parkı, Kanada’nın ilk ve en önemli parkıymış. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan Banff Ulusal Parkı, dağlar, buzullar, göller, kaplıcalar ve kanyonlara ev sahipliği yapıyor. Park; büyük boynuzlu koyunlar, kurtlar, ayılar (siyah ve boz), geyik, çakal, karibu ve dağ aslanları dahil olmak üzere çeşitli vahşi yaşamı ile de ünlüymüş.
İnsanlar buraya kışın kayak yapmak, yazın da nehirlerde, göllerde kanoyla gezmek, tüplü dalış yapmak, yürüyüş parkurlarında dolaşmak için geliyorlar.
Park dahilindeki en popüler göl, Lake Louise. Buzulları yansıtan zümrüt rengi suyuyla ünlü olan bu göl, ertesi günkü programımızın içinde. Biz Banff kasabasına giden yol üzerindeki göllere sırasıyla uğruyoruz.
Zümrüt yeşili sularıyla, Jonhson Lake de bunların içinde. Johnson Lake, Banff kasabasına arabayla on beş dakikalık mesafede. Burada da yarım saat kadar oyalandık, şahane göl manzarasının keyfini çıkardık.

Johnson Lake’ten…

Johnson Lake… 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımızı kutlamak için nefis bir yer…
Lake Minnewanka:
Banff’ın beş kilometre yakınındaki Minnewanka Gölü’nü çok merak ediyordum. Epey büyük bir göl, uzunluğu 21 kilometre imiş. Bu buzul gölü, Kanada Rocky Dağlarındaki en uzun ikinci göl imiş. Derinliği ise 142 metreyi buluyormuş. Çevresindeki karlı, buzlu dağlardan akan çok sayıda dere tarafından beslenen bu gölü merak etmemin nedeni büyüklüğü değildi. Bu gölün çevresinde, günümüzden on bin yıl kadar önce Aborijin halkı yaşamış. Aslında Aborijinler, Avustralya kıtası yerlileri. Buranın yerlileri Kriler (Cree) imiş. Kriler daha çok Kanada’da Superior Gölünün kuzey ve batısında Ontario, Manitoba, Saskatchewan, Alberta ve Kuzeybatı topraklarında, çok az bir kısmı da Amerika Birleşik Devletlerinde Montana eyaletinin kuzey orta sınır bölgesinde yaşayan Algonkin halklarından bir Kızılderili halkı. 200.000 nüfuslarıyla Kuzey Amerika’nın en büyük yerli halklarından imiş. Günümüzde ise anadilini konuşan Kree sayısı 117.000 kişi. İşte büyük ihtimalle Minnewanka Gölü’nün çevresinde yaşayanlar da bu yerli halk idi. Nasıl bir yaşamları vardı acaba?

Minnewanka Lake
VEEEE BANFF! 19 Mayıs 2024

Birkaç yıl önce belgesel kanallarının birinde Banff’a tren yolculuğunu anlatan bir program izlemiştim. İnsanlar, Vancouver’dan trene biniyorlar, o yemyeşil dağların yamacından, buzullardan beslenen nehirlerin kenarından geçerken doyumsuz manzaraların keyfini sürüyorlardı. Uzun bir yolculuktan sonra tren, Banff istasyonuna varıyordu. Oğuzhan da birkaç yıl önce Banff’a kara yolundan gitmiş ve Ulusal Park içinde epey gezmişti. İşte o zamandan beri ben bu küçük kasabanın nasıl bir yer olduğunu merak eder dururdum. Canım oğlum, Banff’a bir gezi planlayarak beni bu meraktan kurtardı sağ olsun.
Biz trenle değil de uçakla Calgary’ye, oradan da arabayla gölden göle dolaşarak geldik Banff’a… İki gecemiz burada geçecekti. İki farklı otelde kalacaktık. Birinci gün kalacağımız otelin adı Irvin’s Mountain Inn idi. Eşyalarımızı otele, arabayı otelin otoparkına bıraktıktan sonra, çevreyi tanımak ve akşam yemeği yemek üzere dışarı çıktık. Mayıs ayının sonu olmasına rağmen hava epey serindi. Zaten bunu bildiğimiz için kabanlarımızı getirmiştik.
Banff, Kanada’nın en popüler turistik yerlerinden biri. Burada her şey turizme odaklı. Ekilip biçilecek alan neredeyse hiç yok. Kasabanın çevresi dağlarla çevrili. Sülfür Dağı ve Cascade Dağı bunların en önemlisi. Bow Nehri, kasabanın kıyısından geçiyor. Açık hava sporları, tırmanma ve kayak için tercih ediliyor. Bir de kaplıcaları çok ünlü.
Banff’ta ilk yerleşim, 1880’lerde gerçekleşmiş. Burada 1915-1917 yılları arasında Ukraynalı göçmenlerin hapsedildiği bir toplama kampı da varmış. Kamptaki tutuklular, Banff Ulusal Parkı’nın alt yapısını inşa etmek için köle işçi olarak çalıştırılmış. Birleşmiş Milletler, 1985 yılında Kanada Rocky Dağları Parklarından biri olan Banff Ulusal Parkı’nı Dünya Mirası Alanı ilan etmiş .
Banff, 1976’da Mars’taki bir kratere de ismini vermiş. 1991 yılında Banff, Kanada’da düzenlenen ilk Kış Sağır Olimpiyatlarına da ev sahipliği yapmış.
Bu kadar bilgi yetsin. Nasıl olsa unutacağız. Kalanlar ise birkaç fotoğrafla belgelediğimiz, güzel anlarımız olacak. Kalabalık bir barda yediğimiz neşeli akşam yemeği, gecenin ayazında o upuzun ana caddede otele doğru yürüyüşümüz, upuzun caddenin sonundaki o heybetli şato, ertesi gün Lake Louise’e gitmek için erkenden kalkıp Tim’de kahvaltı edişimiz, ikinci akşam kaldığımız otelin girişindeki o sincap… Banff’tan kalan güzel hatıralar olarak sadece fotoğraflarda değil, belleğimde de kalacak.



LAKE LOUİSE 20 Mayıs 2024
Banf Ulusal Parkı’nın gözdesi Louise Gölü’ne gitmek üzere sabah 6’da otelden ayrıldık. Yollarda in cin top atıyordu, hava aydınlanmıştı. Kasabanın çıkışındaki Tim’e uğrayıp kahvaltılık bir şeyler aldık ve hemen arabanın içinde kahvaltımızı yaparak yola çıktık. Bu kadar erken kalkmamızın nedeni, Louise Gölü’nde park bulamama sorunuyla karşılaşmamak idi. Çünkü burası, Ulusal Park’ın en çok ziyaret edilen gölüydü. Verdiğimiz molalarla birlikte, yolculuğumuz bir buçuk saat kadar sürdü.
Bir buzul gölü olan Louise’in turkuaz rengi çok ünlüydü. Göle bu rengi veren kaya tozlarıymış. Çevresindeki Rocky Dağları’ndaki büyük buzulların sürtünmesiyle oluşan kaya tozları suyun üzerinde asılı kalıp ışığı yansıtıyor, sonuçta o şahane turkuaz renge dönüşüyormuş. Bir sihir gibi… Biz göldeki bu sihri göremedik ama karlı buzlu olan hâli de çok masalsıydı. Adını bir prensesten alan bu gölün etrafında uzun bir yürüyüş yaptık, hatıra fotoğrafları çektik. Günün neredeyse yarısını burada geçirdik.
Yeni göller, dağlar görmek üzere yine yollara vurduk kendimizi… Louise Gölü’nün hemen yakınındaki Moraine Gölü’nü ziyarete kapalı olduğu için göremedik ama yolumuz bizi daha şahane manzaralara ulaştırdı.


Lake Louise … Saat 7.39
Icefields Parkway: Louise Gölü ile Jasper Milli Parkı arasında yer alan bu yol 230 kilometre imiş. Dünyanın en muhteşem manzaralarına sahip otobanlarından biri olarak biliniyor. Biz bu yolun 40 kilometre kadarını kat ettik. Gerçekten de nefis manzaralara şahit olduk. Karlı zirveler, buzullar, buzla kaplı Bow Lake ve buzda kaymaktan korktuğum için sadece Oğuzhan’ın cesaret edip gittiği ve bizim için fotoğrafladığı Peyto Lake bunlardan birkaçıydı. Hele o güzel kar yağışı çok başkaydı.


Bow Lake’te
Peyto Lake
Nefes kesici manzaraların sonu yoktu. Vakitlice geri dönmeye karar verdik. Biraz da Banff’ta gezmeyi istiyorduk.
Banff’taki ikinci gecemizi başka bir otelde geçirdik. Yukarıda sözünü ettiğim, sincaplı oteldi. Yorucu bir günün sonunda, yemeğimizi yedikten sonra dinlenmeye çekildik. Çünkü ertesi sabah erkenden Calgary’ye dönecektik.
Gezimizin üçüncü ve son gününde sabah erkenden yola çıktık. Yolumuzun üzerindeki Canmore kasabasında güzel bir kahvaltı molası verdik. Küçücük bir yer zaten. İki sokağı var. Teksas kasabalarını andıran Canmore’dan saat 11.30 gibi ayrıldık.

Canmore / 2024