GÜNDEMİN DIŞINA ÇIKMAK…

Bu satırları yazıp yazmamak konusunda nicedir kararsızdım. Çünkü özellikle son zamanlarda yaşadığımız olayların ağırlığı üzerimizdeyken; ülke gündemi bir yılan gibi yüreğimize çöreklenmişken hiçbir şey olmamış gibi yapmak, üç maymunu oynamak mümkün mü? Nevzat Çelik’in “Şafak Türküsü” şiirindeki dizeler geliyor aklıma… Hani Ahmet Kaya’nın sesinden dinlemeye doyamadığımız o acılı şiirin dizeleri:

Yaşamak ağrısı asıldı boynuma

oysa türkü tadında yaşamak isterdim

çiçekleri koklamak ırmakları akmak

yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak

su başlarında aylak sektirmek kavalımı

sonra bir çocuğun afacan bacaklarında

anavarza kayalıklarına tırmanmak isterdim

o güzel günleri görenler arasında

bir soluk ben de yaşamak isterdim.

Hayatımın sonbaharında, son dönemecinde ben de her sabah bugün yine ne oldu diye korku ve endişeyle uyanmak yerine, baş döndürücü gündemin ağırlığını hissetmeden yani türkü tadında yaşamak isterdim. Biliyorum ki hepimiz istiyoruz bunu. Yine biliyorum ki güzel günlere inancımızı yitirmedik, biz görmesek de çocuklarımız, torunlarımız görecek o güzel günleri… İşte bu inançla çıkıyorum gündemin dışına. Bunu yaparken de Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın en çetin günlerinde bile okumaktan vazgeçmediğini; eğitime, bilime ve sanata nasıl önem verdiğini düşününce içinde yaşadığımız alacakaranlıkta rehberim, yine Atatürk ve onun düşünceleri oluyor. Bilime, sanata ve kitaplara sığınıyorum.

Gündemi takip ederken bir taraftan da okumaya devam ediyorum. Sağlığım elverse, yarım kalan yazılarımı da tamamlamak isterim ama şu anda yapabildiğim tek şey, okumak ve okuduklarımı sevgili eşimle paylaşmak… Eşim ise, yazma işini çoktan bitirdi, arayıp soranlara “Yuvarlanıp gidiyoruz işte!” demekle meşgul… Örneğin Şubat 2025’te ikinci baskısını “Pegem Akademi”den yapan kitabı “Structural Analysis of the English Sentences”in heyecanını bile yaşamadı. Ben, ondan çok mutlu oldum diyebilirim. Önceki kitaplarına editör olarak katkıda bulunduğum için içerikleri hakkında iyi kötü fikir sahibi olduğum hâlde İngilizce yazdığı bu kitabı hakkında bir bilgim yok ama yine de en çok önemsediği ve “ustalık eserim” dediği bu kitabın ikinci baskısının hem de “Pegem”den yapılması beni heyecanlandırdı ve kendisiyle minik bir söyleşi yapmak istedim. O da beni kırmadı.

Söyleşiyi buraya alıyorum ama şunu belirtmek isterim ki amacım reklam falan değil, çünkü bu kitap sadece akademi çevrelerini ilgilendiriyor. Amacım, bilimsel açıdan gerçekten değerli olduğunu bildiğim bir kitabın heyecanını sayfa dostlarımla paylaşmak… İlk kitabım “Edebiyatta Resim Esintisi” ile ilgili benimle değerli gazeteci ve yazar Adnan Gerger söyleşi yapmıştı ama ben kimseyle söyleşi yapmamıştım. Şu anda soran taraf benim, yanıtlayan da muhterem eşim Abdullah Can… İşte o söyleşi:

S.C. Eveleyip gevelemeden direkt sorayım: Niçin yazıyorsun?

A.C. Bu, üzerinde düşündükçe anlamı derinleşen soruya cevap vermeden önce sorulmayan bir soruya cevap vereyim.

Başka birisi benden böyle bir söyleşi yapmamızı isteseydi kabul etmezdim. Bunun altında “kendimi anlatma veya tanıtma” gibi bir amaç olduğunu düşünüyorum. Ben, köşeli ve kırılgan bir insan olarak, daha fazla kırılıp dökülmemek, un ufak olmamak için köşeme çekildikten sonra zaten bir “tutunamayan” olmayı ve “ortadan yok olmayı” kabullendim. Bundan da üzüntü ya da utanç duymuyorum, gençlere hep şunu söylerdim, elinizdeki tohum ne kadar nitelikli olursa olsun, uygun, verimli topraklara düşmedikten sonra bir anlamı ve sonucu yok.

Eskiden diğer hocalarla paylaşmayıp tek başıma verdiğim derslerin tanışma saatlerinde de dediğim gibi, “İnsan; anasını babasını, doğduğu coğrafyayı ve dersinin hocasını seçemiyor”. Bu da (benim gibi düşünenler için) bizim kaderimiz…

Sonuç olarak, bu söyleşi üç beş meraklı kişinin “Seyhan Hocam ne yazmış gene?” sorusu karşısında merakına yenilen kişilerin okuyacağı bir yazı olacak.

Bilen zaten biliyor, neden zaman ayırsın ki?

Bilmeyeni de zaten ilgilendirmiyor, neden bilmek için zamanını harcasın ki?

Sorunun cevabına gelecek olursam…

“Ben neden okuyorum?” sorusunun cevabından hareket edeyim.

İşim gereği “ders kitabı”, “akademik makale”, “tez” okuduğum için, çoğunlukla “öğrenmek” için okudum. Yazma nedenim de, genel olarak, öğrendiğimi, bildiğimi paylaşmak.

Ama ilkokulda bir ay boyunca, simit ve gazozdan vazgeçerek harçlığımı biriktirip aldığım Milliyet Yayınlarının Çocuk Kitapları dizisinin birincisi Kaşağı’yı okurken duyduğum hazzı, mutluluğu anlatamam. Yemediğim simitlerin, içmediğim gazozların verdiği hazzın da ötesinde bir haz, bir mutluluktu. Özel bir sır; ilk işimde tatbikat çadırlarında olan bitene kızıp mide ağrılarımla boğuştuğum eylül gecelerinde, fener ışığında Ömer Seyfettin öyküleri ile o günlerin hazzını düşünüp, o duygularla rahatladığımı da itiraf etmeliyim. Yani sadece bilmek için okuyan biri değilim ama insanlarda okudukları zaman haz duyacakları bir şeyler yazacak beceri, yetenek ve birikime sahip birisi de değilim.

Dersin sonunda yaptığım özet gibi olsun; ben bildiklerimi öğrendiklerimi paylaşmak için yazıyorum. Yaşım ilerledikçe de şunu fark ettim. Birileri öğrensin diye değil, kayda geçsin, olur da öğrenmek isteyen çıkarsa, aradığında bulsun diye yazdım.

S.C. Bu söyleşiye vesile olan “Ustalık eserin” için neler söyleyeceksin?

A.C. Akademide yazıp çizerken başkasının bulduğu, ortaya koyduğu bir şeyi sahibine gönderme yapmadan kullanırsan, kendininmiş gibi algılanır ve bu “bilimsel hırsızlık” olarak adlandırılan kötü bir davranıştır.

O nedenle bu kitabımda “cümle başında, cümleyi söyleyenin niyet ve maksadını vurgulayan zarflardan” söz ettiğim bölümün 38’inci sayfasında kullandığım “Officially, you need to have diploma to govern.” örnek cümlesiyle sahibine örtük gönderme yaptığım ifadeyle, bu kitap benim USTALIK ESERİM.

Her bir kitabımın ayrıntılı yazılış gerekçeleri var.

Ben ikinci lisans programında okurken 30 yaşındaydım ve öncesinde elektrik elektronik okumuştum. Bu ülkedeki çocukların büyük bir çoğunluğunun “sayısal” alanlardan kaçmak için “sözel” alanları tercih ettiği bir kültürde önemli bir ayrıntı. Sözel alanlarda “kurallar”, açıklamalar vardır. Sayısal alanlarda ise “ispatlar”.

Birinci sınıftayken, dil bilgisi dersinde, öğrenci tayfasının “baba hoca” dediği eski bir hocama “Bu kitap çok satıyor” mealindeki “This book sells much.” cümlesinin yapısını sordum. Öyle ya, kitap satmaz, satılır, bu cümle de “edilgen” bir cümle olmalıydı ama sağda solda bu haliyle vardı ve kullanılıyordu. Üstelik Türkçe çevirisinin de dilimizde aynen kullanıldığı gibi…

Hocamın bana verdiği, biz buna “yalancı edilgen” diyoruz cevabını tatminkâr bulmamam, beni pek çok dilde var olan “kılıcısız geçişsiz eylemlerle” tanıştırdı. Yüksek lisans tezimi Ohio Üniversitesinde çalışan Japon dil bilimci Hiriyoku Otisha’nın müthiş desteği ile bu konuda yazarak bu işlere bulaştım.

İngilizce Dil bilgisi dersi verdiğim dönemlerde çocukların her türlü sorularına açık oldum, bilemediklerimi öğrenip açıklayacağım diye cevapladım ve bu süreçte bir birikimim oldu.

Öğrenciyken ders aldığım hocam, ben de hoca olunca oda arkadaşım olan Dr. Mehmet Zaman ile İngilizce ve Türkçeyi kıyasladığımız derin tartışmalarımız oldu ve bir anlamda bana el verdi. O araba kullanamıyordu, benim de arabam yoktu ve neredeyse her akşam uzun süren toplu taşıma yolculuklarımızda bu konuda tartışırken millet garip garip bize bakardı.

Emekli olduktan sonra, bu birikim kayda geçsin diye oturdum bu ustalık eserimi yazdım.

Yazarlar ana dillerinde kitap yazsalar bile bir editörün denetiminden geçiriyorlar. Ustalık eserim diye adlandırdığım bu kitabımın editörlüğünü de ana dili İngilizce olan ve eğitimi de İngiliz Dili olan hocam Philip Smith yaptı. Böylece elimden geldiğince en iyisini yapmaya çalıştım.

Bu kitabın ikinci baskısı ilk kitabım Nicel Veri Analizi’nin 13’üncü baskısından çok daha fazla mutlu etti beni. Çünkü bu kitapta benim bulduklarım, benim sentezlediklerim var. Veri analizi kitabımda ise üslubum, anlatma tarzım…

S.C. Ustalık eseri olarak düşünmediğin fakat çok emek verdiğine tanık olduğum diğer kitaplarından söz etmek ister misin?

A.C. İlk baskısının üzerinden 13 yıl geçen ilk kitabım “Nicel Veri Analizi” bir tepkiydi.

Doktora yaparken, istatistik dersi alan gençlerin, geleceğin hocalarının, sayıya hesaba kitaba karşı ön yargıları nedeniyle gereksiz yere zorlandıklarını, çoğunlukla araştırmalarının istatistiksel işlemlerini de “ücreti mukabilinde” bilenlere yaptırdıklarını gördükten sonra, yakın çevreme yardım etmeye başladım. Şimdi bir üniversitede profesör olan bir kardeşimle çalışırken, “artık benim bu işin ne kadar kolay olduğunu anlatan bir kitap yazma vaktim geliyor” dedikten sonra, o kardeşimin “Abi, adını da düşündün mü?” sorusuna, o günlerde henüz Bilal ile tanışmamış olduğumuz için, “Kazmalar için istatistik” diye cevaplamıştım. Üslubu dışında katkım olmayan kitap çok tuttu ve her yıl baskı yapıyor. Pegem’den çıkan bu kitap, bu yıl on dördüncü baskısını yaptı.

Doktoram Eğitim Bilimleri alanında olunca bir gün şunu fark ettim. İnsanlar yapamadıkları, nasıl olduğunu göremedikleri işleri yapanlara saygı duyarken, gözleri önünde olup biten her şey hakkında fikir sahibi oluyorlar ve bir süre sonra da kendilerince ahkâm kesmeye başlıyorlar. Bunların başında da “eğitim” geliyor. Herkes “eğitim” (buna “ekonomiyi” de dâhil edebilirsin) konusunda uzman, en iyisini biliyor ama kimse “apandisit ameliyatı” hakkında konuşmuyor, yapmayı aklından geçirmiyor.

Eğitimin bir bilim olduğunu anlatmak istedim. Hatta toplumsal yapıyı çok etkileyen bir bilim…

Çalıştığım yayınevi içeriğini “sert” buldu, yumuşatmamı istedi. Kayda geçsin diye ben başka bir yayınevine bastırdım ve adını senin koyduğun “Eğitim mi dediniz?” doğdu.

Ustalık eserimi yazarken sık sık aklıma gençlerin güzel soruları ve odamda yaptığımız söyleşiler geldi. Eş zamanlı olarak onları da yazdım ve “İngilizce Öğretmenlerine Türkçe Hikâyeler” doğdu. Bu yıl 4’üncü baskısı yapıldı o kitabın da.

Üslubumu sert bulan yayınevim, yeni oluşturdukları “kültür kitapları” dizisinin ilk kitabı olarak, eğitim kitabımın yorumlardan arındırılmış hafif bir şeklini istedi, bunun sonucunda da “Herkes için kısa kolay Eğitim” doğdu.

S.C. “Ustalık eserim” dediğin İngilizce kitabının haricindeki kitaplarının editörlüğünü yaptığım için içerikleri hakkında az çok bilgim var. Sabah kahvaltılarında sorduğum, cevabını da bildiğim soruyu burada da sorayım, başka proje var mı? Yoksa senin deyiminle “yumarlanmaya devam” mı?

A.C. Yok. Yumarlanmaya devam…

Ama birazcık inancım, birazdık motivasyonum olsaydı, “Akademide profesör, orduda general olmuş kapasitedeki insanların, ilkokul mezunu bir vaizin peşine neden takıldıklarını bilimsel olarak açıklayan “inancın, insan bilişini nasıl biçimlendirdiği” üzerine de bir kitap yazmayı isterdim…

S.C. Keşke yazsan… Son olarak kitabın kapak resmi bana farklı geldi, bir anlamı var mı?

Evet, o bir derste sınıftaki yazı tahtasının bir fotoğrafı.

Hocalığımın ilk yıllarında görme özürlü bir öğrencim oldu. Sınıfa (o zamanların teknolojisi kasetli bir teyple girerek) derslerimi kaydedip kaydedemeyeceğini sordu. Tabii ki diye izin verdim.

Bu iş, son yıllarda, tahtaya yazdıklarımın deftere geçirilmesi yerine, cep telefonu ile resminin çekilmesine kadar evrildi. Bu, öğrencilerin çektikleri ve benimle paylaştıkları tahtaya yazdıklarımın bir fotoğrafıdır.

S.C. İlginç bir söyleşi olduğunu düşünüyorum. Eşiyle söyleşi yapan ilk kişi ben olabilirim. Bana bu ayrıcalığı tanıdığın için çok teşekkürler…

şunu diyen bir yazı 'Structural Analysis of the English Sentence Abdullah CAN INDIŞINA ÇIKMAK... pertnts. 바드니게 Frienak ๓ริน๒. residence yazıp yazmamak konusunda ağırlığı üzerimizdeyken olmamış gibi yapmak, üç maymu dizeler geliyor aklıma... SU:MR NF. fom: Propp[ pripuse P:VP-LV BO: -Dst: ReFAri boynuma yaşamak isterdim Pom: Fincl Relpron r-not -የስጠራ Aur ใป) DO Indef 六:NーH:N parnts delicions cale APM 5 AKADEMI PEGEM NOmE' görseli olabilir

Beğen

Yorum Yap

Yorum bırakın