18 MART ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ ANMA TÖRENİ (SENARYO)

SUNUCU

Biz tarihe hep “büyük adamlar” persfektifinden baktık. “Büyük adamlar” sabah alacasında, şahlanmış atları üzerinde taarruz emirleri yağdırıp yüz binleri ölüme sürerler, o yüz binler de arkalarında toz bulutlarıyla cepheye koşuşur ve çoğu zaman geride bir kan gölü ile “meçhul asker”  unvanı bırakırlardı. Savaşan yüz binlerin adını sanını kimseler bilmezdi.

         Tarihe, bazen gizli bir sevdalının, bazen bir gemi kaptanının, bazen eski bir dostun, bazen kısa ömürlü bir partinin penceresinden bakardık. 

         Bu çalışma, hep bir kahramanlık destanı olarak dinlemeye alıştığımız Çanakkale Savaşı’na bir de cephenin karşısından bakmayı amaçlıyor. Karşı tarafın anıları, mektupları, günlükleri incelenince oradan görünen manzaranın da en az buradaki kadar hazin ve ibret verici olduğu anlaşılacaktır.

         Gelibolu’nun yerini bile haritada gösteremeyecekken, çocuk yaşta cepheye sürülmüş Anzak askerlerinin anıları, aslında savaşın nasıl bir dehşet olduğunu en iyi anlatan belgelerdi. Gelibolu, hem hattın iki yanında gırtlak gırtlağa ölüm kalım savaşı veren çocukların ne kadar birbirine benzediğini gösteriyordu bizlere, hem de haksız bir işgal tutkusunun yüz binlerce masum insanı nasıl ölüme sürükleyebildiğini…

         Programımızı izlediğinizde havadaki ceset kokusunu soluyacak ve nedenini bile bilmeden uzak bir yarımadada can veren “artık bizim evladımız olmuş” gencecik kahramanların hazin öyküleriyle sarsılacaksınız.

         Savaşa ara verildiğinde birbirlerinin yaralarını saran, gece şehit düşen arkadaşının kopmuş bacağını kendisine yastık yapan ve  cephede düşmanlarıyla yiyeceklerini paylaşan o kahramanlar kuşağının destanı, savaşı bir kez daha düşündürecek sizlere…

         …Savaşı  ve savaşın bizden kopardıklarını…

 MUSTAFA KEMAL:

Sofya’da ateşemiliterken başkomutanlığa yazıyla başvurarak savaş cephesinde bir göreve atanmamı istemiştim. Nihayet bir süre sonra, 19. Tümen Komutanlığı’na atandığım bildirildi. İstanbul’a gelince, atamamı yapanın, Başkomutan vekili Enver Paşa olduğunu öğrendim.Kendisini teşekküre gidip bu tümenin nerede olduğunu sordum. Genelkurmay’a sormamı istedi. Ama Genelkurmay’da da bilen çıkmadı. Böyle bir tümenin varlığından bile kimsenin haberi yoktu.

Nihayet anlaşıldı ki, tümen Gelibolu’dadır. 24 Ocak 1915 günü, Gelibolu’ya gidip tümenimi teslim aldım.

 

  • GENERAL  IAN  HAMİLTON

12 Mart sabahı Lord Kitchener’ın odasına girdim.Heyecansız bir sesle bana “Çanakkale’deki donanmayı desteklemek üzere bir askeri kuvvet gönderiyoruz”dedi.”Ordunun komutanı sizsiniz!

Çanakkale hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Türkleri de tanımıyordum. Dahası kendi kuvvetlerimi de bilmiyordum. Ayrılırken Kitchener bana “Siz başarıya ulaşır, yani donanma Çanakkale Boğazını aşar ve İstanbul kendiliğinden teslim olursa bu yalnız bir muharebe zaferi değil, bir harbin galibiyeti olacaktır.”dedi. Veda edip çıktım cepheye gidiyordum.

  • MERSİNLİ  ER EMİN ÇÖL

1914 Ağustosunda Adana’nın genel yerlerine büyücek kağıtlar asıldı. Kağıtta büyük harflerle “Seferberlik var. Asker olanlar silah altına “ diye yazıyordu. Halk öbek öbek toplanmıştı. Biz Mersinli 4 arkadaş Çanakkale’deki 48. Alay’a verilmiştik. Çantaları toplayıp, vagonlara doluştuk. Bizim Mehmetçikler de avaz avaz ayrılık türküleri söylüyorlardı. Çantalarımızda bayat ekmek ile birlikte iplik, çarık iğnesi, kösele, örs, çekiç ve kerpeten vardı.Niye biliyor musunuz? Çünkü Mehmetçiğin babasından dedesinden öğrendiği iki amansız düşmanı vardı: açlık ve ayakkabısızlık.

 

  • ER W. EDWARD ROLGARD

Savaş başladığında gencecik bir delikanlı idim. Yeni Zelanda’da okullara savaş posterleri asılmıştı. Posterde babalarının dizinin dibinde oyun oynayan çocukların resmi vardı. “Baba, büyük savaşta sen ne yaptın?” diye soruyorlardı. Bunlar beni etkiledi. Aslında değil Çanakkale, Türkiye’nin bile nerede olduğunu bilmiyordum. Ama ülkem için savaşmaya hazırdım.17 olan yaşımı 21 olarak büyüttürdüm ve Gelibolu’ya giden ilk birlik için gönüllü yazıldım.

SUNUCU

18 MART 1915 CUMA

18 Mart günü ılık ve rüzgarsız bir sabahla başladı. Deniz sakindi. Müttefikler bir saldırı için bütün koşulların uygun olduğuna inanıyorlardı. Önce geçitteki tabyalar bombardımanla ezilecek ve akşam da mayın tarayıcıları rahat rahat kanalı temizleyeceklerdi. Bir gün sonra da ittifak donanması Marmara’ya geçecek, İstanbul’a doğru yol alacaktı. Akdeniz Filosu Komutanı Robek, sabaha karşı 04.00’te donanmaya “Hazır ol” emrini verdi. Askerler, çağın en modern zırhlılarında savaş yerlerini aldılar. Komutanlar güvertede olduğu halde Bozcaada’da demirlemiş olduğu yerden hareket ettiler. Bu gelen, Akdeniz’de o güne dek görülmüş en büyük deniz kuvveti yığınağıydı. Saat 10.30’da sabahın ilk pusu kalkarken tam on savaş gemisi iki sıra halinde Boğaz’a girdi. Ve zırhlılar Boğaz’ın iki kıyısındaki Türk Tabyaları’nı şiddetle bombalamaya başladılar.

Çanakkale bir anda yangın yerine dönmüştü.

 

  • IAN HAMİLTON

Donanmamız boğaz sahillerini bombalıyor. Queen Elizabeth zırhlısı ağır yolla manevra yaparak boğazın dar koyunda toplarından Türklere tonlarca cehennem ateşi yağdırıyor. Alçıtepe alev ve duman içinde. Buna karşılık tahkimatlarda mevzilenmiş bataryalardan tek bir cevap yok. Kulaklarımıza Türk toplarının sesi gelmiyor, toplarımız hayatı temsil eden her varlığı öldürmek için yeri göğü sarsıyor. Heyecandan titriyoruz.

SUNUCU

Gemiler henüz  kıyıdaki topçuların menzili dışındaydı. O yüzden kıyıdakiler bu cehennem ateşine yarım saat hiç karşılık vermeden direndiler. Kıyıdan karşılık gelmeyince Amiral  Robek, gemilere;  hedeflere daha da yaklaşma talimatı verdi. İngiliz zırhlılar yarım mil daha yaklaştılar. İkinci gruptaki Fransız zırhlıları da ileri atıldılar. Ancak giderek ağırlaşan bu bombardımana rağmen mevzilenmiş Türk topları isabet almıyorlardı.

Bunun da çok basit bir nedeni vardı. İngiliz komutanlar ilk keşifte boğazdaki yerleşim birimlerini  tahrip edebilmek için gördükleri beyaz minareleri esas noktası almışlardı. Çanakkale  müstahkem mevki Komutanı Selahattin Yarbay da bunu tahmin etmiş ve gece minareleri siyaha boyatmıştı.

 

SELAHATTİN YARBAY

Bu küçük tedbirimiz, onların ateş tanzimine engel olmuştu. Düşman zırhlıları 14 kilometreden uzak olduklarından biz atış yapamıyorduk. Merkez bataryalarımız onların ateşi altında beklemek mecburiyetinde kalıyor, infilaktan toz ve duman bulutları içinde kayboluyorduk.  Sonunda uzun müddet ateş etmemekle eratın maneviyatının kırılacağını dikkate alarak mesafeye bakılmaksızın ateş edilmesini emrettik.

 

  • GENERAL IAN HAMİLTON

Saat tam 16:00’ da Teke Burnu’na döndük ve birdenbire dehşet içinde kaldık.

Cehennemi bir ateşin ortasındayız. Dev zırhlıların ağır topları hep bir ağızdan alev kusuyor.Yüzlerce mermi havada ıslıklar çalıyor. Yer gök birbirine giriyor. Kulakları sağır eden bir gümbürtü, Gelibolu sırtları alevler içinde yanıyor. Gizli seyyar topların mermileri hem Rumeli hem Anadolu sahillerinden yağmur gibi tepemize yağıyor.

 

SUNUCU

 Saat tam 13:45’ te Boğazın tam ortasında müthiş bir patlama  oldu. Fransız zırhlısı Bovvet’in  cephaneliği isabet almıştı. Önce gemiden göğe doğru bir duman yükseldi. Koca gemi sonra da iki dakika içinde yana yatıp devriliverdi. İngiliz komutanın değişiyle küvete fırlatılmış bir fincan tabağı suda nasıl kayıp giderse, o dev zırhlı da öylece boğazın sularında boğuluvermişti. Geminin 800 mürettebatından ancak 5 subay ve 56 er kurtulabildi. Zırhlılarda tam bir şaşkınlık yaşanırken, kıyıdaki tabyalarda zafer naraları atılıyordu.

Hemen ardından İngilizlerin hiç beklemedikleri o feci sürpriz geldi. İngiliz donanmasının  en gözde zırhlılarından INFLEXIBL, Türklerin mayın gemisi Nusrat’ın bir gece önce döşediği mayınlardan birine çarptı ve  korkunç patlamayla yan yattı. Savaşı güvenli bir geminin güvertesinden izleyen Ian Hamilton şaşkına dönmüştü.

 

  • GENERAL IAN HAMıLTON

Kanımız donmuş bakışlarımız donuklaşmıştı. Gözlerimizi Inflexible’a dikmiş geminin batıp batmadığını anlamaya çalışıyorduk.Maalesef  batıyordu. Sonunda bütün mürettebat ana güvertede toplandı ve “gemileri terk “emri beklediler. Inflexible ilk kurban, ilk şaşkınlığımızdı.

SUNUCU

Ama bu son olmadı. Nusrat’ın mayınları o gün iki geminin daha sonunu hazırladı. Ve saat 18 sıralarında dünyanın en güçlü donanması üç büyük gemisini Çanakkale Boğazı’nın derinliklerine terk ederek  geri çekilmek zorunda kaldı.

 

  •  GENERAL IAN HAMİLTON

Dev cüsseli mağrur gemilerimizden, hışımla saldıran o koca filodan meydana gelen kortej şimdi tabut nakleden bir cenaze arabasının arkasından gider gibiydi. Winston Churchill’in aceleciliği yüzünden buradaydık ama aceleye gerek olmadığını çok geç anlıyorduk.

 

 

  • WİNSTON  CHURCHILL

Ne  Batı Cephesindeki Alman topu, zehirli gazı, ne de onların dahiyane planları, bize o kadar tesir etmedi.Nispetine göre en etkili şey neydi , bilir misiniz? Türklerin Çanakkale Boğazı’na attıkları ve demir bir tel üzerinde sallanan, 20 adet mayın. Bu bize yüz binlere maloldu.          

 

 

SUNUCU

100,000’lerin ölümü cepheye 10,000’lerce kilometre  uzakta bir  İngiliz’in iki dudağının arasından  çıkan emirle olmuştu. Ölen 100,000’lerin komutanı yıllar sonra anılarında  Çanakkale  cehenneminden  söz ederken şunları yazacaktı:

 

 

  • GENERAL IAN HAMILTON

Öteden beri arkadaşlar bana ölümle yüz yüze gelince ne hissettiğimi sorarlar.Ben böyle durumlarda iki farklı duygu yaşarım. Birincisinde şöyle düşünürüm: Bu ne heyecan, bu ne heybetli manzaradır… Şu sahneyi milyonlara değişmem. İkincisinde ise kendi kendime şöyle derim: Ben ne eşşek herifim ki burada bulunuyorum. Şu boğaz ne diye bütün dünyanın bir harp meydanı haline geliyor. Bu boğuşmadan maksat nedir? İnsanlığın bilincine, sağduyumuza bir hal mi oldu? Dövüşmeye hiçbir sebep yokken niye bu cefaya katlanır ve iki ayrı insan grubu karşı karşıya geçip birbirlerini yenmeye çalışır…

 

SUNUCU

24 Nisan 1915 Cumartesi

Çanakkale denizden geçilememişti. O halde kara denenecekti. Boğaz kıyılarını korumakla görevli Kolordunun komutanı Esat Paşa deneyimini konuşturuyor ve düşmanın, yarımadanın güney kısmı ile batıda Arıburnu bölgesine çıkarma yapacağını tahmin ediyordu. Hazırlıklar da buna göre yapılıyordu. Ancak sonradan Boğaz’ın savunması Alman Ordu Komutanı  Mareşal Liman Von Sanders’ e devredildi. Liman Paşa ise müttefik kuvvetlerin  Anadolu yakasını ve Saros Körfezi kıyılarını  kullanacakları inancındaydı ve tahkimatı buna göre değiştirdi. Oysa aynı sıralarda İngiliz Karargahı’nda  Esat Paşa’nın tahminini doğrulayan  hazırlıklar yapılıyordu. İngilizler, Alçı Tepe’ye  doğru yürürken  Anzaklar  da  Arıburnu civarından yapacakları çıkartmayla yarım adayı kuşatacaklardı. Nisan ayı başında Türk mevzilerini dürbünle gözleyen Ian Hamilton, işe bitti gözüyle bakıyordu. Günlüğüne  “ Türkler, sahile yakın evleri toprakla kamufle  etmişler.” diye yazdı. Oysa kim bilir kaç asırdır oralarda evler toprakla bir seviyede kerpiçten yapılıyordu.

 

  • IAN HAMILTON

 

Harekat planımız Türkler üzerinde tam öldürücü bir etki yapacaktır. Türkler geri çekilmek için bile vakit bulamayacaklar. Bazı komutan arkadaşlar Çanakkale Boğazı’nın geçilemeyeceğini sanıyorlar. Göreceğiz bakalım..Göreceğiz…

SUNUCU

 Ve sonunda 24 Nisan’ ı  25 Nisan’ a bağlayan gece, çıkarma harekâtı başladı. Plana göre  Fransızlar, Asya yakasına şaşırtma amaçlı bir çıkartma yaparken, İngilizler güneyden, Anzaklar da batıdan asıl kara harekatını başlatacaklardı. Savaşa son anda  katılan Avusturalya  ve Yeni Zellandalı  askerler  daha nerede olduklarını bile anlamadan bir gece yarısı gemilere doldurulup  savaşa sürüldüler.

 

 

·         ER JOHN MORRISON

24 Nisan cumartesi günü Limni’den harp gemileriyle harekete geçtik. Karanlık bastığında kibrit yakmamamız sigara içmememiz ve mümkün olduğunca uyumamız emredildi. Çokları gibi ben de uyumaktansa arkadaşlarla sohbeti tercih ettim. Bazı erler ise konserve açmaktan körelmiş süngülerini biliyorlardı. Nihayet uyumuşum. Sabahın bir buçuğunda uyandırıldık. Teçhizat kuşanma emrinden az sonra ip merdivenlerle botlara indirildik. Şu andan itibaren artık çoğumuzun bir daha geri dönemeden can verip kalacağı bir savaş alanındayız.

 

  • GENERAL IAN HAMILTON

Kraliçemiz Queen Elizabeth zırhlısı harp makyajını yaptı ve sabaha karşı göğü ve ufukları saran soğuk dumanlı bir havada harekete hazırlandı. Saat henüz sabahın dördü. 04:15’te gemimiz artık sükun içinde bir hanımefendi değil, savaşa hazır bir erkek. Saat 04.30 civarında Seddülbahir açıklarına ulaştık. Her yer sessiz bir kül rengi. Deniz cam gibi, pürüzsüz…

 

  • ÇAVUŞ W.E.TURNLEY

Acaba görülecek miyiz? İşte bizi endişelendiren soru bu. Neden ateş etmiyorlar? Hiçbir direniş hazırlığı görünmüyor. Ateş etmelerini ne kadar da istiyoruz. Veya karaya ulaşabilmeyi… Belirsizlik sinir bozucu. Önümüzdeki filikayı izlerken bir an, bizim; düşmanın yeri belli olsun diye öne sürülmüş talihsiz kurbanlar olabileceğimizi düşünüyorum. Ne iç açıcı bir düşünce…

 

SUNUCU

Alacakaranlıkta filikalar sahile yaklaşırken,Türk tabyaları da alarma geçiyordu.

 

 

  • YARBAY MUSTAFA KEMAL

Halil Sami Bey’den gelen bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığını öğrendik. Benden hemen bir taburu Aruburnu’ndaki düşmana karşı götürmem isteniyordu. Öteden beri sezdiğim gibi düşman, Kabatepe’den karaya çıkmaya teşebbüs ediyordu. Hemen 57. Alayı yürüyüşe geçirerek, Kocaçimen Tepesi’ne yöneldim.

 

  • IAN HAMILTON

Saat 05.35 civarında filikalar dolusu askerin karaya çıktığını gördüm. Karaya ulaşanlar sahil boyunca mevzilenmeye çalışıyordu. Bazıları toprağı kazıp, çalılıklarla örtüyordu. Dürbünle baktığım halde, arıdan büyük görünmüyorlardı. Bravo! Büyük bir an yaşanıyordu. Çok başarılı bir çıkarma yaptık. Eminim bu gerçek. Bu kelimeyi kendi kendime defalarca tekrarlıyorum: Gerçek, Gerçek, Gerçek…

 

SUNUCU

Ama kıyıdakilerin gerçeği farklıydı. Filikalardan atlayarak  karaya ayak basan müttefik askerleri sabah alacasında hiç ummadıkları bir silahlı direnişle karşılaştılar. Savaş acımasız yüzünü göstermek üzereydi.

 

  • IVAN HILDEN

Türkler mermi yağdırmaya başlamışlardı. Benden 30 metre ötede bir nefer vuruldu. Ben siperimin yanındaki ufak incir ağacının gölgesine sığındım. O korkunç Nisan Sabahı ay ışığı altında çıktığımız kumsalın çakıl taşları askerlerimizin cesetleriyle örtülmüştü. Dalgaların gidip gelmesiyle yüzlerce ceset sahilde çalkalanıp duruyordu.

 

 

  • ER STANFORD RICKETSON

Önümüzdeki iki subayın çekilmekten söz ettiklerini duydum. Tabur komutanımız onları duymuş olacak ki, birden silahını çekerek üstlerine yürüdü ve tabancasının kabzasıyla çekilmeden söz eden binbaşının çenesine vurdu: “Çekilme ile ilgili bir kelime daha söylersen seni kendi ellerimle öldürürüm.” dedi. Sonra da bizlere dönüp bağırarak şunları söyledi: ”Artık dönüş yok çocuklar… Burada öleceğiz…”

SUNUCU

Sahile çıkan askerler dikenli telleri aşmaya çalışırken,sırtları tutmuş olan Türkler’in  ateşiyle karşılaşıyorlar, ya vurulup düşüyor, ya da sırta varınca süngülerle gırtlak gırtlağa bir kanlı dövüşe girişiyorlardı.Türkler ve Anzaklar birbirlerine öylesine girmişlerdi ki sahilde bekleyen zırhlılar destek ateşi de açamıyorlardı. 100 m. uzunluğunda bir sahilde korkunç, kanlı bir mücadele sürdürülüyordu. Alman Mareşal’in yanlış hesabı yüzünden, Kabatepe düşmana hazırlıksız yakalanmıştı. Bir avuç Türk sahili savunmaya çalışıyordu. Kıyıdan cephe gerisine çekilen bir Türk mesajı, durumun vehametini ortaya koyuyordu.                                                                                              

“ Yüzbaşım, ya hemen takviye göndererek      düşmanı denize dökün ya da burayı terk edelim. Çünkü bu gece daha çok kuvvet çıkaracaklar. Muhakkak yaralılara bakacak doktor gönderin. Yazık, yüzbaşım yazık, Allah aşkına bana takviye gönderin. Yüzlerce düşman karaya çıkıyor. Çabuk olun… Allah’ım, başımıza daha neler gelecek yüzbaşım?”

 

SUNUCU

Aynı sıralarda genç Anzak askerleri de benzer endişeler içindeydiler.     Ama iki taraf da buna rağmen adeta delirmişçesine savaşıyordu. Türkler düşmanı karaya çıkarmamak için, Anzaklar da ilerleyip operasyonun kilit noktası olan Conkbayırı’nı ele geçirmek için canla başla didiniyorlardı. Conkbayırı’nı ele geçirirlerse yarımadayı arkadan çevirmiş olacak ve Boğaz’a kolaylıkla inebileceklerdi. Onlar ilerlerken karşılarındaki Türk bölüğünün ihtiyat takımı da çarpışarak çekiliyordu. Saat tam 8’ i 10 geçe savaşın bu en kritik noktasında, çekilmekte olan ihtiyat takımı erleri 19. Tümen Komutanı ile karşılaştılar. 34 yaşındaki bu komutanın adı Yarbay Mustafa Kemal’di.

 

  • MUSTAFA KEMAL

Kaçmakta olan askerlere “Niçin kaçıyorsunuz?” dedim. “Efendim, düşman!” dediler. Gerçekten de düşmanın bir avcı hattı karşı tepeye doğru serbestçe yürüyordu. Ben kuvvetlerimi dinlensinler diye geride bırakmıştım.

Düşman bana benim askerlerimden daha yakın durumdaydı ve bulunduğum yere gelirse kuvvetlerim çok kötü  bir duruma düşecekti. O zaman, artık bir mantık yürütmeyle mi, içgüdüyle mi bilmiyorum, kaçan askere:

“Düşmandan kaçılmaz.” dedim.

“Cephanemiz kalmadı.” Dediler.

“Cephaneniz yoksa süngünüz var.” dedim ve bağırarak bunlara süngü taktırdım, yere yatırdım. Bunlar, süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı ve arkadaki bölük yetişerek ateş açtı.

Kazandığımız an, bu andır.

 

  • ALAN MOORHEAD (Yazar)

İttifak Devletleri adına harekatın en kötü rastlantılarından biri bu deha sahibi küçük rütbeli Türk komutanının tam o anda o noktada  bulunmasıydı. Çünkü aksi takdirde Anzaklar pekala o sabah Conk Bayırı’nı ele geçirebilirler ve savaşın kaderi orada, o anda belli olurdu. Oysa Mustafa Kemal o gün tam bir çılgınlıkla savaştı. Bir önsezi, talihinin doğmakta olduğunu O’na hissettirmiş olmalıdır. Ya burada ölüp gidecek, ya da kendisini gösterecekti. Devamlı olarak en ön siperlerde çarpışmaktaydı. Topları mevziine sokarken erlerine yardım ediyor, mermiler arasından kalkıp düşmanı kolluyor, askerlerini en ufak bir kurtuluş umudu olmayan hücumlara kaldırıyordu.

 

 

SUNUCU

O andan başlayarak tam 8.5 ay boyunca yaşamlarında daha önce  birbirlerini hiç görmemiş 20 yaşlarındaki 1.000.000 genç, kıyasıya bir ölüm kalım savaşına girişti. Topla, tüfekle, olmazsa süngüyle, taşla hatta yumrukla…  Ya ölecek, ya öldüreceklerdi. Tam 1.000.000 genç, hayatlarının baharını 1915 baharında söndürdüler.

 

 

  • GENERAL IAN HAMILTON

Ne olursa olsun zafere ulaşma yolundayız.Dünyada bizim askerlerimizden daha iyi  yetiştirilmiş asker yoktur. Bizimkiler, askerliğin ruhuna vakıf, hepsi de gönüllü ve tam bu meslek için yaratılmışlar.Niçin savaştıklarını biliyorlar. Harbin sona ermesi için Boğazları aşıp Rus dostlarımızla el ele tutuşmamızın elzem olduğunu biliyorlar. Belki hepsi de ölecekler, ölecekler ama Türkleri de yola getirecekler…

 

 

  • ER ROWLING LENNOX

“Henüz 19 yaşındaydım.Türklere karşı savaşırken, ne o savaşın mahiyeti, ne de sebepleri hakkında esaslı bir bilgim vardı. Bildiğim tek şey, İngilter  Türkiye’ye savaş açmıştı. Bizlerin de o günkü duruma göre bu karara uymamız gerekiyordu.

SUNUCU

    Öğleden sonra müttefikler 30.000 askeri karaya çıkarmayı başarmışlardı. Ama her iki tarafta da büyük kayıp vardı. Yarımada sahilleri dövüşerek ölen binlerce askerin kanlarıyla kızıla boyanmıştı. Bu kanlı boğazlaşmayı Queen Elizabeth zırhlısının güvertesinden dürbünle izleyen müttefik kuvvetleri komutanı Ian Hamılton, öğle uykusuna çekilmeden önce günlüğüne şunları yazdı:

 

 

  • GENERAL IAN HAMILTON

Artık uyumaya çalışmalıyım.Çarpışma devam edecek ve birlikler hayatta kalmak için dövüşecekler. Onları can pazarında bıraktım. Belki hiçbiri bir daha İngiltere’ye dönemeyecekler.

Peki ya ben? Ben uyuyorum. Binlerce insan birbirini boğazlamak için mücadele ederken ben uyuyorum.Ama başka ne yapabilirim ki?

 

 

SUNUCU

    Ancak Komutan Hamilton’un gaflet uykusu uzun sürmedi. Saat tam 12.05’te uyandırıldı. O uyurken Türkler bütün güçleriyle karşı saldırıya geçmişler ve Anzakları bir kumsala sıkıştırmışlardı. Geri çekilen askerler ve yaralılarla birlikte tam 15.000 kişi kumsala çıkarılan malzeme, toplar, hayvanlar, cephane… her şey orada üst üste yığılmış haldeydi. Üstelik ateş altındaydılar. Son bir saldırıyla denize dökülmeleri an meselesiydi. Gerçi 2.000 kayıp veren Türk tarafının da saldıracak gücü kalmamıştı. Ama çıkarma birliklerinin komutanı endişe içinde geri çekilme izni istiyordu. Birlikler yıpranmış, moralman çökmüşlerdi. Çıkartma, bir fiyaskoya dönüşmek üzereydi.

         Hamilton, pijamaları içinde bir süre kararsızlandı. Ve sonra savaşın kaderini belirleyecek kararı verdi. “Savaşa devam!” Güvenli bir kamarada uyku sersemliğiyle verilen bu karar, tarihin en kanlı savaşlarından birinin de işaret fişeği oldu. Asıl kavga şimdi başlayacak ve bu güzelim yarımada üzerinde 500.000 kişi toprağa gömülene dek insafsızca devam edecek.

 

 

  • GENERAL IAN HAMILTON

Artık Türk toprakları üzerindeyiz. Türkler gerçekten cesurlar ve görüldükleri yerde dehşet ve korku yaratıyorlar. Ama ben onlardan bazı silah arkadaşlarımın korktuğu kadar korkmuyorum. Kan, ateş ve ter pahasına karaya çıktık ve ne pahasına olursa olsun ,ölü veya diri,bu topraklarda kalacağız. Şifreli anahtarımızı Hellen burnundan yüzyıllardır paslı ve tozlu duran kilide soktuk. Tanrının bir lutfu bu bize. Tanrım o kilidi açmak için bize kuvvet ver. Ta ki kapı açılsın ve İngiltere İmparatorluğu’nun zırhlıları boğazı geçip Haliç’e ulaşsın.

SUNUCU

    İşgalin başkomutanı Ian Hamilton, kamarasında İstanbul düşleri görürken artık saflar belirlenmişti. Şimdi Gelibolu’da siper savaşları dönemleri başlıyordu.

    Ülkelerinin tarihindeki ilk savaşa gönüllü yazılan genç Anzak erleri, yavaş yavaş savaşın acı yüzüyle tanışıyorlardı.

 

  • ER FRANK E. RUMBALL

Gelibolu’ya çıkışımın henüz 3. günü…Kıyıda kazdığım küçük bir çukurun içindeyim.Başımın üstünden birbiri ardınca kurşunlar geçerken, babamın gönderdiği mektubu okumaya çalışıyorum.

“Kim bilir bu satırları nerede okuyacaksın?” diye soruyordu babam. İçim sızlıyor. Çok uzaklarda kalmış memleketim hasretle gözümde tütüyor. Acaba dönebilecek miyim?

 

SUNUCU

    Aynı sıralarda Mustafa Kemal, düşmanın moralinin bozulduğunu   hissetmiş ve bir karşı saldırının hazırlığına girişmişti. 30 Nisan günü bölge komutanlarını topladı ve şöyle konuştu:

 

  • MUSTAFA KEMAL

Düşmanı bir kişi  kalmayıncaya kadar, hepimiz ölerek hepsini denize dökmek lazımdır. Düşmanın maneviyatı tamamen yok olmuştur. İçimizde, Balkan Harbi’nin utancını bir daha görmektense ölmeyecek kimse yoktur. Böyleleri varsa onları kendi ellerimizle derhal kurşuna dizelim.

 

  • ER MUSTAFA AKSOY

Bizim İstanbullu Şerafettin Yüzbaşı, besmele çekti baştan, sonra bir konuşma yaptı mevzilerde: “Ananız sizi bugünler için doğurdu. Hadi bakalım…” dedi. Sonra da “ Süngü tak, muharebe fişengiyle doldur…kapat…” emrini söyledi. Birer de bomba var  herbirimizde. “ Hadi bakalım oğlum… Ateş!” diye bağırdı.

 

  • IAN HAMILTON

Birden yüzlerce gök gürlemesini andıran bir uğultu koptu.Türk topçusu bombardımana başladı. On kere telsiz odasına gittim, geldim. Hiçbir haber yok. Sonra o yeni  yeni alıştığımız o dehşet verici Allah Allah bağırışları kulaklarımıza ulaştı. Türkler geliyor. Bizimkiler hurra..Diye bağırıyorlar. Şaşkınlıktan kurtulamıyorum. Nasıl yardıma koşabilirdim. İmkansız, zifiri karanlık ve gemide iki elim bağlı sadece savaşanların bağırışlarını dinliyorum.Ne azap verici bir durum..

 

 

  • ER HALİL KOÇ

Çok hücum yaptık. İstihkamdan çıkarıyorlar dışarı… Hadi bakalım hücum… Süngü hücumu… Süngüleri takıp istihkamdan çıkıyoruz. Gavurun istihkamı 20  adım… Süngülerini görüyoruz. Oraya varmadan gavur öldürüyor seni. Orada, yanımdaki bütün arkadaşlarım şehit oldular. Ben de vurulurum şimdi derken, başıma bir şarapnel parçası çarptı, devrildim.

 

  • YARBAY MUSTAFA KEMAL

Karşılıklı siperler arasındaki mesafe, 8 metre.Yani, ölüm muhakkak…Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına düşüyor. İkincidekiler onların yerine giriyor.Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz?  Öleni görüyor, 3 dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor, sarsılmak yok.

Okuma bilenler, ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar, bilmeyenler Kelime-i Şehadet getirerek yürüyorlar.

 

SUNUCU

    Türk taarruzu tam 3 gün sürdü. Ve 3 günün sonunda Arıburnu’nda her iki   taraftan 10’ar bin asker öldü.Üstelik beklenen başarı elde edilememiş; düşman, siperlerinden sökülememişti. 7 Mayısta Anzaklar yeniden saldırdılar.8500 kayıp verdiler.19 Mayıs’ta Türk karşı saldırısı geldi. 9000 zayiat daha…Artık insan canı sadece kayıp listelerinde bir rakamdan ibaretti.

 

  • IAN HAMİLTON:

Fransız generalle yemek yiyordum ki telefon geldi.Fransız tugayı Türklerin taarruzuna dayanamayıp ricat ediyormuş. Hali hazırda 400 kişi kaybetmişler.Herkesin rengi değişti.Bir şeyler mırıldandılar.Ben susmaya çalışırken Fransız General; önce kahvelerimizi içelim, sonra durum muhakemesi için mevzilere gideriz dedi. Sigaralarımızı yakıp, kahvelerimizi içtik.

 

SUNUCU

Cephede ise artık siperler, çukurlar, mevziler birbirine karışmış, binlerce insan boğaz boğaza savaşmaya başlamıştı. Dilleri farklıydı ama iki tarafın askerleri de aynı çığlıkları atıyor,aynı duaları tekrarlıyor, ölürken aynı sesleri çıkartıyorlardı. 

            Artık sadece süngüler konuşuyor,toprağa oluk oluk kan akıyordu.Ölenler daha gömülmeden hemen yenileri geliyor, cesetleri çiğneyerek saldırıyorlar, her saldırıda ölü sayısı biraz daha katlanıyordu.İki tarafta da destek kuvvetler yetiştikçe sonuç ağırlaşıyor, bazen 200 metre ilerlemek, 10.000 cana mal oluyordu.

 

 

  • YARBAY SAINT PINNOCK

Aylardır yanı başımızda olan dostlarımız bir anda harcanıp gidiveriyorlar, buna karşın en ufak bir ilerleme kaydedemiyoruz. En dayanılmazı ise, saldırı sonrası yapılan sayımlar. Düşünün ki 550 kişilik gruptan şimdi sadece 47’si isimlerini sayıyorlar. Bu sonucu öğrenince çocuk gibi ağlamaktan başka çarem kalmıyor.

 

  • ER R. E. ANTILLL

Hala hayattayım ve buna şaşıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse bu savaş bittiğinde çok sevineceğim. Çünkü yanınızdaki arkadaşınızın vurulup öldüğünü görmek bir insanı çıldırtabilir. Dün gece yattığım yer öylesine rahatsızdı ki, bir ölünün sağ bacağını yastık olarak kullanmak zorunda kaldım.

 

SUNUCU

           Sonunda durmaya karar verdiler. 23 Mayıs günü, 9 saatlik ateşkes kararı alındı. İki siper arasındaki 300 m.lik alanda 9000 Türk şehidi yatıyordu.

            Yarımadaya bir ölüm sessizliği çöktü.Genizleri yakan bir ceset kokusu dalga dalga çevreye yayılıyordu.

            O 9 saat içerisinde yaralar sarılacak, ölüler gömülecekti.İki tarafın askerleri birbirlerini ilk kez o sessiz 9 saatte gördüler ve şaşırdılar.

 

  • H.BARRET

Siperler çok sayıda ölü ve yaralıyla doluydu. Ben de bacağımdan yaralıydım, ama o tabloyu görünce, kendi yaramı unuttum. O sırada benim gibi bacağından yaralı bir Türk askeri yanıma geldi, işbirliği yapmak istediğini anlatmaya çalışıyordu. Hemen harekete geçtik. Bulabildiğimiz sargılarla beraber yaraları sarmaya, can çekişenlerin kurumuş dudaklarına mataralarda kalmış suları damlatmaya başladık. Sonunda dermansız kaldık. İki düşman arkadaş içtenlikle el sıkışarak ayrıldık.

 

  • AUBREY HERBERT(Alman Tercüman)

Havada korkunç bir ölüm kokusu vardı. Bir yaylaya çıktık. Orada 4.000 kadar Türk ölüsü yatmaktaydı. Manzara tarif edilecek gibi değildi. Yağmura şükrediyorduk. Yanımdaki Türk yüzbaşısı “ Bu manzara karşısında en merhametliler bile vahşileşir, en vahşiler gözyaşı döker.” dedi. Ölüler dönümlerle yer kaplıyordu. Başları, koşmalarının hızıyla altlarında kalmıştı. İki elleri süngülerindeydi. Türklerden biri, mezarları işaret etti ve “İşte siyaset!” dedi. Sonra da cesetleri gösterdi ve ekledi: “ İşte diplomasi… Allah  bütün biz zavallı askerlere acısın.”

 

  • GENERAL IAN HAMILTON

Çiçeklerden bir halı gibi bezenmiş kırlar üzerinde sedyelerle ölü ve yaralı taşıyanların görünüşü ne garip. Doğa çevremizde enfes güzellikte. Papatyalar, peygamber çiçekleri, leylaklar bir gök kuşağı alemi yaratıyor adeta. Sahildeki Türk esirlerine bakıyorum. Yakışıklı erkekler , iyi giyimli, gayet bakımlı. Her dakika artan sayılarına mukabil, çok candan yaradılışlılar. Gelip yaralılarımızın yanına çömeliyor el işaretleriyle bir nevi dilsizce konuşuyorlar.

 

SUNUCU

          Aynı sıralarda Maydos’taki karargahından 19. Fırka Komutanı Mustafa Kemal Balkan Savaşında ölen arkadaşı Yüzbaşı Ömer Lütfü Bey’in  dul Fransız eşi Madam Corin’e Fransızca şu mektubu yazıyordu.

 

  • MUSTAFA KEMAL (MEKTUP)

Aziz Dostum,

İki aydır buradayım ve Çanakkale Boğazı’nı Müttefikler’in donanmalarına ve kuvvetlerine karşı savunuyorum. Bu ana kadar Aziz Corinne, hep başardım ve aynı yerde kalırsam kuvvetle ümit ediyorum ki, daima da başaracağım.

Burada benim ismim fazla duyulmazsa hayret etmeyiniz. Çünkü bu önemli savaşın onurunu Mehmetçik’e kazandırmayı tercih ettim. Kuşkusuz biliyorsunuz ki, savaşı yöneten sizin dostunuzdur.

Burada hayat pek sakin değil. Gece gündüz top sesleri, şarapneller, mermiler başlarımızın üstünde patlayıp gidiyor, kurşun vızıltıları ve bomba gürültüleri içinde adeta  bir cehennem hayatı yaşıyoruz. Olayların etkisiyle sertleşen karakterimi mantıklı öğütlerinize dayanarak yumuşatabilmek için roman okumaya kararlıyım.

Herkesin büyülendiği tatlı ve esprili konuşmalarınızdan zevk alabilmek imkanından mahrumum. Bu nedenle aşk duygularından ve pek az fikrine katıldığım bir insanın hayat felsefesinden başka bir şey ilham etmeyen bir romanın tefrikalarını okuma ihtiyacı duydum.

Hulki Efendi’ye birkaç roman ismi verin, gidip satın alsın. Çünkü bu olayların ardı arkası kesilmez… Mazi ve mazinin hatıraları ölümsüzdür. Beni unutmayınız Corinne…Hatta bu savaşta ölsem bile…

SUNUCU

Ağustos 1915

         Gelibolu Yarımadasında en sıcak yaz, 1915 Ağustosunda yaşandı. İki tarafta binlerce kayıp verdikten sonra siperlerine çekilmiş,son öldürücü darbe için yığınağa başlamışlardı.İki tarafta 250’şer bin asker,bu cehenneme son verecek,o ‘son borazan sesine’ kulak kabartmışlardı. Ancak birbirine yakın siperlerde ve kısa ateşkes seanslarında hiç tanımadan savaştıkları, o ‘Karşı tarafla’ da tanışmaya başlamışlardı. Gündüz bir kan gölünün ortasında birbirinin gözünü oymaya çalışanlar,gece olup da siperlerine çekilince, adeta üniformalarını çıkarıyor, içlerindeki insanı uyandırıyorlardı.Ve o insan onlara savaşın yanlışlığını anlatıyordu.

 

 

  • ÇAVUŞ A.J. KIDD

Ay ışığının olmadığı zifiri karanlık bir geceydi. 8 saat süren tahkimatta kürek sallamaktan bitap düşmüştük. Gelibolu’nun zaten tekin sayılamayacak savaş alanı, ölülerden çıkan dayanılmaz kokularla daha da dehşet vericiydi. Gecenin nisbeten sessiz bir saatinde birden Türk siperlerinden yükselen bir ses hepimizi şaşırttı. (TÜRKÜ) Bu bir türküydü. Gerçi, sözlerini anlamıyorduk ama müthiş berrak ve güzeldi.Yüreklere işleyen bir tenor sesiydi. Bölgedeki herkes birden kulak kesildi. Ara sıra ateşlenen tüfekler de susmuştu. Hepimiz büyülenmiş gibi dinliyorduk O türküyü söyleyen her kim idiyse bilmelidir ki, o acılarla, iniltilerle, korkularla dolu savaş alanında birçoğu yurtlarını bir daha göremeyecek askerleri ruhlarından kavrayan unutamayacakları bir anı yaratmıştır. İnansın ki, yüzlerine bakılamayacak kadar kir içinde, kaba görünüşlü; fakat gerçekte tertemiz yürekli o dinleyici kitlesi hiçbir konserdeki dinleyicilerin hissedemeyecekleri kadar bu türkünün etkisi altında  kalmışlardı.

 

 

SUNUCU

 Sanki bir savaş değil, centilmence bir spor musabakası    yapılıyordu. Anzaklar Türk askerlerine ‘ Jacko’ ya da ‘Johny Turc’    adını takmışlardı. Siperlerden kafalarını çıkarmadan tüfeklerin namlularına takılı aynalardan karşıyı gözetleyebiliyor ve düşmanı tanımaya çalışıyorlardı. Zamanla siperler arasında alışveriş de başlamıştı.

 

  • CHARLES BEAN ( Savaş Muhabiri)

Üç  hafta önce, Türklerin 3 gün süren bir bayramı vardı. Bizim siperlere iki paket sigara attılar. Üzerlerinde bozuk bir Fransızcayla, şunlar yazılıydı: “Afiyetle için, kahraman düşmanımız.”

Karşılığında konserve et fırlattık.  Yazdıkları cevabi mesajda şöyle deniyordu:”Konserve et istemeyiz.”

Bunun üzerine biraz reçel ve bisküi attık.Sonunda Türkler, “Tamam Yeter “ İşareti yaptılar. Ertesi sabah da aynı şeyler tekrarlandı. Fırlattığımız bir çakıyı gidip almalarına izin verdik. Üçüncü günün sabahında “Artık bu işe bir son verin .” diye  bir emir geldi.

Çünkü savaş oyun değildi. Hakkıyla dövüşebilmek için, yüreklerin susması, silahların konuşması gerekiyordu. Öyle de oldu.

Ağustos kapıyı çaldığında  500.000 asker karşı cephedekileri temizlemek için “son taarruz” emrine hazır hale gelmişti.

Yüzbinlerin oynadığı bu koca “Rus  Ruleti”nde zafer, son tetikte ayakta kalabilenin olacaktı.

SUNUCU

Çünkü savaş oyun değildi. Hakkı ile dövüşebilmek için yüreklerin susması, silahların konuşması gerekiyordu.

Öyle de oldu. Ağustos kapıyı çaldığında 500.000 asker karşı cephedekileri temizlemek için son taarruz emrine hazır hale gelmişlerdi. 

    Yüz binlerin oynadığı bu koca “Rus ruleti”nde zafer, son tetikte ayakta kalabilenin olacaktı.

 

 

  • GENERAL IAN HAMILTON

Yardımına sığındığımız tanrım; senden pek ender bir dilekte bulunuyorum. Ümit ediyor ve inanıyorum ki geleceğin harp okulu öğrencileri büyük bir imparatorluğu harakiri yapmaya mecbur bırakmak için neden bu kıraç, değersiz kayalıklar üzerinde sıkıştığımızı değerlendirebileceklerdir.

Biz bu kayalıklarda hançerimizi Osmalı Sultanı’nın kara kalbine sapladık. Yalnız hançer eti henüz deldi ve yarasından yeni yeni kan akmaya başladı. Her gün ölümden kurtulmak için debeleniyor. Şimdi çok uzun zamandır beklediğimiz günün kenarındayız. 6 Ağustos günü kuzey ve güneyden saldırıya geçeceğiz ve Türklere bir baskın taarruzu yapacağız.

 

SUNUCU

    Ve son taarruz 6 Ağustos gecesi başladı. Müttefikler, son 3 günde 25.000 kişilik bir kuvveti gizlice karaya çıkarmışlardı. Saldırıya geçtiler. Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı Hamilton’un hedefi bir tepeydi. O tepeyi yalnız Türk ordusunu değil, Almanya’yı da yıkacak bir manivelanın dayanağı sayıyordu. Bir ordunun, hatta bir ülkenin kaderini belirleyecek bu tepenin adı Conkbayırı idi. Ve haziran ayında albaylığa terfi etmiş bir Türk komutanın koruması altındaydı: ALBAY MUSTAFA KEMAL.

 

  • ALBAY MUSTAFA KEMAL ( Anafartalar Cephe Komutanı)

2 ay önce Kolordu Komutanı Esat Paşa, karargahıma gelmiş ve düşman nereden gelecek diye sormuştu. Elimle Arıburnu yöresini göstererek “buradan” dedim. Komutan gülerek omzumu okşadı ve “Merak etme beyefendi, oradan gelemez.” dedi. Meram anlatmamın mümkün olmadığını görünce tartışmaya gerek görmedim. “İnşallah sizin takdir ettiğiniz gibi olur.” dedim. 6 Ağustos günü düşman, tam tahmin ettiğim cepheden saldırıya geçti. O zaman maruzatımı takdir etmemekte ısrar edenlerin nasıl mütehassıs olduklarını bilemem… Ama vatanı pek büyük tehlikeye maruz bıraktıkları muhakkaktır.

 

SUNUCU

Bu yanlış, Türk ordusuna pahalıya patladı. İntihar edercesine dalga dalga saldıran düşman, Türklere ağır kayıplar verdirmiş, üstelik Conkbayırı’nı ele geçirmişti. Türk komuta kademesi darmadağın olmuş, tam bir şaşkınlık içine girmişti. Ordu komutanı Liman Von Sanders, o şaşkınlıkla Mustafa Kemal’i arattı ve kurmay başkanı aracığılıyla  görüşünü sordu. Mustafa Kemal, hiç tereddütsüz yanıtladı: “ Tek çare, bütün birlikleri benim emrime vermenizdir.”  Karşıdan  “ Çok gelmez mi?” diye sordular. “Az bile gelir.” şeklinde yanıtladı ve o gün Anafartalar Cephe Grubu Komutanlığına atandı. Şimdi Çanakkale Savaşı’nın en kanlı saldırısı için önünde sadece 7 saat vardı. Hızla yeni karargahına koşturduğu o geceyi daha sonra şöyle anlatacaktı:

 

 ALBAY MUSTAFA KEMAL ( Anafartalar Cephe Komutanı)

 

    Yola çıkarken yanıma başhekimimi de aldım, böbreklerimden hastaydım. Yaverim o gün şehit olmuştu. 4 aydır Arıburnu karargahında, yani ateş hattından 300 metre geride cesetlerin kokması yüzünden bozulmuş bir hava teneffüs etmekteydim. O gece saat 11.00’ de, zindan gibi zifiri karanlık içinde oradan çıkınca, ilk defa temiz bir hava soludum. Fakat bu güzel havayı solumak karanlık ve belirsizlik içinde kısmet oluyordu.

 

SUNUCU

      Mustafa Kemal’e göre yapılacak tek bir şey vardı.  ‘Saldırmak’…Gün doğarken yeni  karargahına  varır varmaz artık yorgunluktan ve savaştan bitap düşmüş askerleri topladı. Hızla bir teftiş yaptı. Düşman 20-30 adımlık mesafedeydi. En ufak bir tüfek sesinde, denizden ve karadan top yağacaktı.O yüzden süngü süngüye gırtlak gırtlağa bir saldırı gerekiyordu. Saat 04.30’da askerlerinin önüne geldi ve kendinden emin bir sesle şu konuşmayı yaptı.

MUSTAFA  KEMAL:

Askerler!

Karşınızdaki düşmanı mağlup edeceğinize hiç şüphem yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız.

 

SUNUCU   

Ve kırbaç birkaç dakika sonra Conkbayırı yamaçlarında şakladı. Erler süngülerini, subaylar kılıçlarını, önlerine katıp, karanlığın içine daldılar. Birkaç saniye sonra düşman siperleri içinde ölümüne bir boğazlaşma başlamıştı.Tam 4 saat süren bu kıran  kırana savaşın sonunda Conkbayırı geri kazanıldı. Bir gecede 20.000 askerini kaybeden Müttefik Kuvvetler Komutanı Hamilton, o gece günlüğüne şunları yazacaktır:

 

  • GENERAL IAN HAMILTON

Bu  kutsal hücumda ezici düşman yığını tepeden aşağı sel gibi inerek birliklerimi silip süpürdü.Generallerin er safında dövüştüğü, erlerin ellerindeki silahları atıp gırtlak gırtlağa boğuştuğu bir çarpışma. Türkler tanrının adını anarak şahane bir şekilde dövüşüyorlardı. Bizimkiler de bu saldırıya göğüs geriyor, ırklarının geleneklerine yaraşır şekilde kahramanlık gösteriyorlardı. Korkup kaçmak yoktu. Saflarında gerilemeden can verdiler. Bir kumarbaz ağzıyla doğruyu söylemek gerekirse elimize çok iyi bir şans geçmişti ama Osmanlı Bankası’nı soyamadık.

 

 

SUNUCU

Ertesi gün Conkbayırı sırtları cesetten görünmez haldeydi. Bir çoğu tüfeklerine sarılıp ölmüşlerdi. Cepheyi gezen bir komutan, Mustafa Kemal’e “Kuvvetleriniz nerede?” diye sordu. Mustafa Kemal, sırtları dolduran cesetleri işaret ederek “ Kuvvetlerim mi?” diye sordu. “ İşte burada…Şu yatan ölüler benim kuvvetlerim.” dedi.

 

SUNUCU

SONRA NELER OLDU?

 

    Müttefikler, Boğaz’ı geçemeyeceklerini anlayınca, 1915 Aralık’ında gizlice çekip gittiler. Geride sadece  üzerinde “Türk, bunlar zehirli değildir, afiyetle ye!” yazılı konserve kutuları bıraktılar.

    8,5 ay süren savaşta Türkler ve Müttefikller 250.000’er şehit vermişlerdi. Savaşan  toplam 1000.000 gencin yarısı, tarihin  bu en kanlı savaşlarından birinde, Çanakkale’de can verdi. Bu arada Türkiye, en genç beyinlerini, en yetenekli subaylarını; 1895’liler kuşağının bütün aydınlarını Gelibolu’da yitirdi.

      Çanakkale ile 1. Dünya Savaşı’nın seyri değişti. Boğazların açılamaması yüzünden savaş en az iki yıl daha uzadı ve zayiat iki kat  arttı. Kimi tarihçilere göre Çanakkale Savaşı‘nın  dünya tarihine etkisi daha da kalıcı oldu.

      Müttefikler Ruslarla buluşamayınca, Çarlık yıkıldı ve Rusya yeni bir rejime kavuştu. Dünyayı çift kutupluluğa götüren yeni bir düzenin de yolu açılmış oldu.

       Mustafa Kemal Çanakkale’de ateşlediği direniş ruhunu kısa zamanda,bir ulusal bağımsızlık savaşına dönüştürdü  ”Anafartalar Kahramanı” sekiz yıl sonra kurulan yeni bir cumhuriyetin lideri oldu.

      Çanakkale çıkarması planının sahibi İngiliz Bahriye Nazırı Winston CHURCHİLL. Bu  yenilgiden sonra uzun süre siyasetten uzaklaştı. Daha sonra ülkesinin başbakanı olarak  girdiği 2. Dünya Savaşında bir kez daha Boğazlar’dan geçip  Sovyetler ile birleşmeyi  düşlediyse de yine başaramadı.

Cepheye sürdüğü askerler çarpışırken, gemisinde uyuyan  Müttefik Kuvvetler Kumandanı  General Ian Hamılton, 94 yaşına kadar yaşadı ve 1947’de Londra’da öldü.

       Savaştan sağ kurtulan Müttefik askerleri, Çanakkale’yi hiç unutmadılar.Ve her yıl dönümünde Avustralya’dan İngiltere’den, Yeni Zelanda’dan gelerek geçmişi yad ettiler. Çocukları ve torunları da bakımlı İngiliz ve Anzak mezarlıklarında ,babalarının  dedelerinin izlerini sürdüler.

TÜRKLERE GELİNCE…

Onların  hiçbir zaman Avustralya’ya gidecek kadar çok paraları olamadı.

Hayatta kalanların sonuncusu 1994 yılında 110 yaşında kalp yetmezliğinden öldü.Torunlarına  gazilik maaşıyla, bir İSTİKLAL MADALYASI  dışında hiçbir şey bırakamadı. Çanakkale’de şehit düşen 250.000 Türk, yıllar yılı, Fransızlar, İngilizler ya da  Anzaklar gibi bakımlı mezarlara sahip olamadılar.

     Adlarını hiç kimseler bilemedi.

     Savaş bittikten yarım  yüz yıl sonra hepsi için  bir  anıt mezar yaptırıldı. Orada hep birlikte uykuya çekildiler.

        

  • MUSTAFA KEMAL:

Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken, İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız.Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.Sizler,

Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.

Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır.

Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.