ÖĞRETMENLER GÜNÜ SENARYOSU 1. BÖLÜM

İNSAN USTALARI

BİR KÜÇÜCÜK OĞLANCIK VARMIŞ ( BANTTAN ŞİİR)      

Bir küçücük oğlancık bir gün okula başlamış.

Pek mi pek akıllıymış.

Okulu da pek büyükmüş.

Ama akıllı çocuk sınıfına dışarıdan

Kestirme bir yol bulmuş.

Buna çok sevinmiş.

Artık okul ona kocaman görünmüyormuş.

Bir zaman sonra bir sabah

Öğretmen demiş ki;

“Bugün resim yapacağız.”

“Ne güzel” demiş çocuk.

Resim yapmasını da çok severmiş.

Her türlüsünü de yaparmış;

Aslanlar,kaplanlar,

Tavuklar,inekler,

Trenler, gemiler.

Mum boyalarını çıkarmış

Ve başlamış çizmeye

Ama öğretmen:

“Durun” demiş.

“henüz başlamayın”

Ve herkes hazır oluncaya kadar beklemiş.

“şimdi” demiş öğretmen.

“Çiçek çizmesini öğreneceğiz.”

“İyi” demiş çocuk.

Çiçek çizmeyi çok severmiş.

Ve pek güzellerini yapmaya başlamış.

Pembe,mavi,portakal mum boyalarıyla.

Ama öğretmen “durun” demiş.

“Size nasıl yapılacağını göstereceğim”

yeşil saplı kırmızı bir çiçek çizmiş

“işte” demiş öğretmen.

“Şimdi başlayabilirsiniz.”

 

Küçük çocuk, bir öğretmeninin resmine bakmış,

Bir de kendininkine

Kendi resmini daha bir sevmiş,

Ama bunu söyleyememiş.

Kağıdını çevirip

Öğretmeninki gibi

Yeşil saplı kırmızı bir çiçek çizmiş.

Bir başka gün

Şöyle demiş öğretmeni:

“Bugün çamurdan bir şey yapacağız”

“Ne iyi” demiş çocuk

Çamurla oynamayı çok severmiş

Her şeyi yapabilirmiş onunla.

Yılanlar, kardan adamlar

Filler, fareler,

Arabalar, kamyonlar.

Başlamış çamuru, yoğurup sıkıştırmaya.

Ama öğretmen

“Durun” demiş “Daha başlamayın.”

Ve beklemiş hazır olmasını herkesin.

“Şimdi” demiş öğretmen.

“Bir çanak  yapacağız”

“güzel” demiş çocuk.

Çanak yapmasını da severmiş

Ve başlamış yapmaya

Boy boy, şekil şekil çanakları

Ama öğretmen “durun” .

“Size nasıl yapılacağını göstereceğim demiş”

Ve de göstermiş herkese,

Bir büyük çanağın nasıl yapılacağını.

“İşte” demiş öğretmen.

“Artık başlayabilirsiniz.”

Küçük çocuk bir öğretmenin çanağına bakmış,

Bir de kendininkine

Kendininkini daha bir sevmiş.

Ama bunu söyleyememiş.

Toprağını yuvarlayıp yeniden

Yapmış öğretmeninki gibi

Derin bir çanak.

Ve çok geçmeden

Küçük çocuk öğrenmiş beklemeyi.

İzlemeyi ve her şeyi öğretmen gibi yapmayı.

Ve çok geçmeden

Başlamış kendiliğinden hiçbir şey yapamamaya.

Ama birden bire

Küçük çocuk ve ailesi

Taşınıvermişler başka bir eve

Başka bir şehre

Ve çocuk gitmiş başka bir okula.

Bu okul daha da büyükmüş.

Kestirme yolu da yokmuş  dışarıdan.

Büyük basamakları çıkmak

Ve uzun koridorlardan geçmek

Gerekmiş sınıfa kadar.

Ve daha ilk gün

Demiş ki öğretmen,

“Şimdi resim yapacağız.”

“Güzel” demiş çocuk.

Ve beklemiş öğretmenin.

Ne yapacağını söylemesini.

Ancak öğretmen bir şey söylemeden.

Başlamış dolaşmaya

Küçük çocuğa gelince durmuş.

Sormuş: “Resim yapmak istemiyor musun?

“İstiyorum” demiş çocuk.

“Ne yapacağız?”

“Ne istersen” demiş öğretmen.

“İstediğim renk mi?” diye sormuş çocuk.

“İstediğin renk” demiş öğretmen.

“Herkes aynı resmi yaparsa ve aynı renkleri kullanırsa

Kimin ne yaptığını ve neyin ne olduğunu nasıl anlarım ben?”

“Bilmem” demiş çocuk.

Ve başlamış çizmeye

Yeşil saplı kırmızı bir çiçeği.                        Helen Buckley  (çev. J. Onur)

SUNUCU  1

Ben yedi yaşında okula başladım.

İlk gün öğretmen bir oğlanı cetvelle dövdü; kıpır kıpır yerinde duramayan, bugünkü bilgiler çerçevesinde büyük bir olasılıkla hiperaktif tanısı konacak olan, Şükrü adında ufak bir oğlan çocuğu.

Çok korktum. Ertesi gün  hastalandım. Sıtma, oldum.

Sarhoş iğnecinin iğnesi sinire denk geldiği için ayağım kurudu, zayıfladıve topal oldum. O yıl okula gidemedim.

Rahmetlik annem aylarca bacağıma sıcak kepek lapası sardı, Geceler boyunca kan yürüsün diye o bacağımı ovdu. Ve ayağıma kan yürüdü, can geldi, Dokuz ay sonra topal aksak ben  yine yürümeye başladım.

Ertesi yıl sekiz yaşında korkarak okula gittim. İlk günü güler yüzlü, sıcak bakışlı bir öğretmen bizimle beraber çocuk  şarkıları söyledi, “Aferin çocuklar, ne güzel söylediniz.” Dedi. Ve benim başımı okşadı. Gözümün içine baktı. Gülümsedi.

Son dersten sonra eve koşarak gittim, yolda coşkuyla şöyle bağırdığımı hatırlıyorum: “ben okulumu seviyorum, ben okulumu seviyorum.”

İki yıl sonra annem öldü. Okula gittiğimde yine aynı öğretmenim başımı okşadı, gözleri nemliydi.

Şimdi ben altmış bir yaşındayım. Ve bu satırları yazarken gözlerim nemli. Öğretmenimi özledim

Öğretmenim,yine başımı okşa benim.Yine gülerek bak yüzüme.Yine beraber şarkı söylet bize.

Kimse senin gibi bakamıyor,kimse senin gibi sevemiyor.Senin sevgin bir başka öğretmenim.                                              (Doğan Cüceloğlu – Savaşçı’nın ön sözü)

 

SUNUCU 2

Bu programı yaşamımızı şekillendiren en büyük mimarlara , insan ustalarına ithaf ediyoruz….

SUNUCU 1

Ben bir öğretmenim,

Toros Dağlarında yol veren oldum

Erzurum’un soğuğunda titredim.

Ilgaz dağlarında horon tepip oynadım

Yollarım Ege’ye düştü

Beşinci mevsim olup, dört ana renge boyandım.

Aydında Efeleri  gördüm

Erzurum’da nene Hatun Antep’te  Şahin’i andım.

Ardahan’a varıp ta sınıra dayandım

Sevgi çocuklarından bayrak çizdim gökyüzüne

Ben bir öğretmenim

Bozok Yaylası’nda çiçek açtım,

Trakya’da güneş olup,karanlık gecelere

Urfa’da baraj olup çorak topraklara aktım.

( Necip Şafak, öğretmen, Kırıkkale)

 

SUNUCU 2

Çiçekleri tanımayan  bir bahçıvanın çok güzel çiçekler yetiştirip onlardan oluşan harika bir bahçe meydana getirmesi zordur. Öğrencileri tanımayan bir öğretmenin de çok iyi öğrenciler yetiştirip onlardan oluşan harika bir okul meydana getirmesi zor hatta imkansızdır. Okul bir bahçedir; öğrenciler o bahçenin çiçekleri, öğretmen de bahçesinde rengarenk çiçekler yetiştirecek bir bahçıvandır. Bir bahçede her çiçek kendi renginde açma imkanı bulursa o bahçe çok güzel olur. Her çiçeğin farklı özellikler taşıdığı ve farklı bir bakım istediği dikkate alınmazsa birçok çiçek açmaz açanlar da cılız ve solgun olur. Bugün okullarımızın çiçekleri olan öğrencilerimizin bir kısmı mutsuzdur, huzursuzdur, problemlidir  ve başarısızdır. Cılız bir çiçek gibi solgundur. Bahçeyi, dikenlerin, sarmaşıkların ve yabani otların sarması gibi öğrencilerimizi de kavga, huzursuzluk mutsuzluk, karamsarlık, ümitsizlik gibi bazı olumsuz durumlar sarmıştır. Hiçbir bahçıvan bahçesinde gördüğü yabani otlar  yüzünden çiçeklerini koparıp atmaz. Onun işi bahçeyi zararlı otlardan arındırıp çiçeklerin daha güzel yetişmesini sağlamaktır, çiçekleri soldurmak, onları öldürmek değil.

Peki ya biz öğretmenlerin işi ne? Bunu hiç düşündük mü? Bize yanlış gelen bir davranışını gördüğümüz bir öğrenciyi okuldan atmak mı? Bizim gibi düşünmüyor beklediğimiz gibi davranmıyor diye onu suçlamak ayıplamak mı? Bizden bağımsız bir şekilde özgürce gelişiyor ve kendi renginde açıyor diye onu sindirmeye ve soldurmaya çalışmak mı?

Hayır elbette hayır…

Çiçek yetiştiremeyen evine yapma çiçekler koyar. Bizler de öğrencilerimizi yapma çiçekler haline getiririz, eğer onları yetiştirmeyi bilmezsek yakından tanımazsak.

 

 

 NOT: 2004 Eğitim Öğretim Yılında İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Öğretmenler Günü kutlaması için hazırlamış olduğum “İNSAN USTALARI” bu senaryonun devamını görmek isterseniz seyhancan@hotmail.com adresine mesaj gönderebilirsiniz.