“Babamın sözünü tuttum ve uzun zaman hiç üzülmemiş gibi yaptım. Yıllar boyu onun öldüğüne inanmadım. Geri gelecek diye bekledim. Kalabalıklarda ona benzettim insanları, yabancı ülkelerde beyaz saçlı, kısa boylu, tombulca adamları takip ettim, odur diye. Rüyalarıma girdi sık sık, hiç konuşmadan, gözlerini hafif kısarak, gülümseyerek baktı bana rüyalarımda, ben hep peşinden koşup onu yakalamak istedim ama hiç başaramadım. Babam için uzun yıllar hiç gözyaşı dökmedim, çünkü o, ‘Filiz hiç üzülmesin’ demişti.

Türkiye’de siyasal cinayetlere kurban giden değerli insanların ne ilki ne de sonuncusuydu Sabahattin Ali. Fukaralık, mahpusluk, mecburi sürgünlerle geçirilmiş kırk bir yıllık hayatı, yurt dışına kaçmak isterken Bulgaristan sınırı yakınlarında sona erdiğinde takvimler, 1948’in bahar aylarını gösteriyordu. Öldüğü gün belli değil, ne şekilde katledildiği de…
Bir vakitler aynı koğuşu paylaştıkları, hırsızlıktan sabıkalı Ali Ertekin adında bir kansız tarafından “milli duygularını tahrik ettiği gerekçesiyle” başına sopayla vurularak öldürülüyor. Resmi kayıtlar böyle dese de; işin içine derin devletin girdiği, kendisine önce işkence edildiği, sonra da sınıra yakın bir yerlere bırakıldığı ve cinayeti Ali Ertekin’in üstlendiğini iddia eden kaynaklar da var. Faili meşhur ve meçhul bir cinayet yani… Katili, “milli duyguları tahrik edildiği” için ceza indiriminden yararlanıp dört yıl hapis yatıp çıkıyor.
Düşünmenin, sorgulamanın, insana ve insanlığa kendini hatırlatacak şeyler yapmanın bedelini ne yazık ki böyle bir ölümle ödüyor Sabahattin Ali. Öyle ki, yattığı yer bile belli değil. Mezarsız…
Kısacık bir yaşama sığdırdığı Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan; bestelenmiş ve hayatımıza sinmiş Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Aldırma Gönül, Leylim Ley, Benim Meskenim Dağlardır şiirleri… Bence mutlaka okunması lazım gelen Çingene Atmaca ile değirmencinin çolak kızının aşkını anlattığı Değirmen hikayesi… Yeşil mürekkebi daha neler yazacaktı kim bilir?
19 Haziran 1993, babasının ölümüyle yüzleştiği ilk tarih, Filiz Ali’nin. Katledildiği yerde, sırtını Istranca ormanlarına dayamış kocaman bir kayaya gömdükleri mermere “Madem meskeni dağlardı” deyip ‘Başım dağ/ Saçlarım kardır/ Benim meskenim dağlardır” dizelerini yazdırıyor.
‘Benim meskenim dağlardır’ dizelerinde başına gelecekleri sanki sezen ve 1 Aralık 1947’de sevgili eşi Aliye Ali’ye gönderdiği mektupta “İhtiyarlığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim. Ama bu tahminin doğru çıkmayacak sanırım. Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi. Hep genç kalacağım.” diyen Sabahattin Ali, edebiyatımızın ve insanlığımızın büyük kaybı…
Ele avuca gelmeyen bir Trakya güvercini ürkekliğinde yaşadı hayatı. “Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım: Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim ama biliyorum ki, bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.” Galiba en büyük yanılgısı da bu oldu. Birileri dokundu ona ve Trakya’nın dağlarında “İçimizdeki Şeytan” tarafından hain bir pusuyla kanatlarından vuruldu.
Hüzün damlıyor yüreğime. Yuregine, eline sağlık.
Adalet Hanım, yazdıklarımı okumanız bana şevk veriyor. İyi ki varsınız. Sevgi ve selamlar…
[…] GÜVERCİN TEDİRGİNLİĞİNDE YAŞAMAK – SABAHATTİN ALi […]