
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında”
Zaman, rüya ve hayaller şairi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın en çok kullandığı sözcüklerden biri de “bahçe”. Şükran Kurdakul, şairin benzer temalara düşkün oluşuna bağlıyor bu durumu. (Çağdaş Türk Edebiyatı-3, Bilgi Yayınevi, Şubat 1992, s. 90) Bu nedenle de tamlamaların birbirine çok benzediğini ifade ediyor: “Sükûtun bahçesi”, “Yıldızların altın bahçesi”, “Yosun bahçeler”, “Yaz bahçeleri”, “Zaman bahçeleri”, “Siyah bahçe”… Ömrünün son deminde hayallerindeki Paris’e kavuştuğunda gittiği Lüksemburg Bahçesi, bana göre “sükûtun bahçesi” ve “zaman bahçeleri”ni hak ediyor. Kim bilir, Tanpınar da bu bahçeyi düşünerek kullanmıştır bu sözcükleri…
“Ah keşke kendime ve Paris’e bu kadar geç kalmasaydım!” Sefa Kaplan’ın “Geç Kalan Adam” kitabının ilk cümlesi böyle başlıyor. Bu sözlerin sahibi Ahmet Hamdi Tanpınar, Paris’e ilk geldiğinde 52 yaşındadır; oysa hocası Yahya Kemal, on sekiz yaşındayken tanışmıştır Paris’le
“Hayatımı idare eden kuvvetler bu seyahati bile her şeyin bende çürüdüğü, hiçbir yeni ve güzel, büyük, esaslı bir şeye başlamam imkânı kalmadığı zamanda olmasını istediler.” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Dergâh Yay. İst. 2007, s. 70)

Güzin Dino anlatıyor: “Quartier Latin’deki Luxemburg Bahçesi’nde, bir banka oturup çene çalarken, bir yandan da koca parkın ihtişamına hayranlığının nedenini anlatır, ünlü bahçe mimarı Le Notre’un bahçeler ve parklar düzenini nasıl dengeli ve ölçülü bir biçimde cartésien* bölümlere yerleştirdiğini, yeşillikleri, ağaçları, ara yolları büyük havuzun çevresine dağıttığını anlatmaya başlar; bu akılcı park kavramının Versailles Sarayı’nın ünlü parkında da görüldüğünü söyler; heykeller, fıskiyeler düzenini, üçümüz birden incelemeye başlardık. Bir bahar günü yine Luxemburg Bahçesi’nin banklarından birinde otururken, önümüzdeki yuvarlak çiçek bölümüne dikilmiş kırmızı, sarı, beyaz lâleleri göstererek, ‘Bak Güzin’ dedi, ‘bunlar burada sürgün, gurbette.’ Az kalsın neden diye soracaktım. Neyse ki aklıma hemen bizim ‘Lâle Devri’ geldi ve ‘Evet haklısınız’ dedim.” (Güzin Dino, Gel Zaman Git Zaman, Can Yayınları, İst. 1991, s. 194-195.)
Tanpınar ve Güzin Dino’nun sürgün lalelerini görmedim ama harika bir bahçe gördüm. Yirmi küsur hektara yayılmış kocaman bir saray bahçesi… Şehir merkezindeki en büyük parklardan biri. Bir sonraki yazımın konusu olacak Panthéon’a da çok yakın.
Paris’e geç kalanlardanım ben de, Paris’le tanışma yaşım Tanpınar’dan üç yıl fazla. Belki de gecikmişlik duygusuyla Paris’te kaldığım üç buçuk günde Lüksemburg Bahçesi’ni mutlaka görmek istedim. Sefa Kaplan’ın ve Güzin Dino’nun yazdıkları da bu isteği perçinledi.
IV. Henri suikaste uğrayınca karısı Marie de Medici artık Louvre sarayında oturmak istemediğinden bu alanı satın almış ve çocukluğunu geçirdiği Floransa Sarayı’nın etrafındaki bahçeler gibi bir bahçe ve saray yaptırmış. Saray, 1631’de tamamlanmış ama kraliçe çoktan sürgüne gönderildiğinden oturmak kısmet olmamış.
Günümüzde Fransız Senatosu’na ev sahipliği yapan Palais du Luxembourg, Fransız ihtilaline kadar kraliyet sarayı, daha sonra hapishane, 2. Dünya Savaşı yıllarında da Alman Hava Kuvvetleri Karargâhı olarak kullanılmış.
Tam ortasında, sekizgen biçiminde bir göl bulunan Lüksemburg Bahçesi, şehrin orta yerinde bir yakut gibi… Yüreğinin tam ortasını da Fransa kraliçeleri, mitolojik figürler, sanatçılar, kadın azizelere adanmış çeşme, heykel ve anıtlarla buraya gelen gezginlerin ve şehir sakinlerinin anılarına açmış.


_____________________________________________________
[…] Ahmet Hamdi Tanpınar’ın elli iki yaşında yaptığı ilk Paris gezisinde ziyaret ettiği Lüksemburg Bahçesi, İkinci Dünya Savaşı sırasında toplama kampına götürülenler için yapılan saygı […]
[…] LÜKSEMBURG BAHÇESİ […]