BURSA’NIN ZEYTİN GÖZLÜ DENİZ KIZI – Mudanya

Fotoğraf: Oğuzhan Can

Önce Myrlea, sonra Apameia, daha sonra Montania ve şimdi de Mudanya… Kralların eşleri veya kızlarının ismiyle anılagelen bir sahil kenti burası. Bursa’nın deniz kenarına kurulmuş zeytin gözlü kızı, vazgeçilmezi, emeklilerin gözdesi… “Uçan Saçlar” erkek kuaförü, “Tarihi Yaşayanlar Börekçisi”, “Tarihi Alay Kahvesi”, ününü Kuveytli komşumdan öğrendiğim ve haftada bir uğramadan edemediğim “Rumeli Çorbacısı”, Mudanya’nın en çok sevdiğim yüzü Birol, sahilde şarkı söyleyerek balık satan, bir vakitler kekeme olduğu söylenen güleç seyyar balıkçısı ve  senfoni konserlerinde rastladığım fakat adını bilmediğim kibar beyi aramızdaki adıyla  “Diplomat amca” ile tanışalı dört beş yıl  oluyor.

Nem oranının düşüklüğü, havasının temizliği ile dünyanın sayılı yerleşimlerinden biri olan ve artık ne yazık ki “şirin” ve “kasaba” olarak nitelendiremediğim Mudanya ile tanışıklık, benim için aslında daha eskilerde, 1991 yazında başladı diyebilirim. Çoğu Bursalı’nın olduğu gibi eşimin ailesinin de bir yazlığı vardı Güzelyalı’da. O yıllarda Mudanya, bu kadar kalabalık değildi, müteahhitlerin hışmına uğramamıştı, üç şeritli duble yollar da yoktu henüz. “Şirin bir kasaba”ydı yani. Bitişik nizam, şahsiyetsiz  apartmanlarla henüz zeytinliklerin canına okunmamış; yenisini yapacağız diye eskisini aratan ve üç yıldan beri bitirilemeyen sahil yolu yılan hikayesine dönmemiş, sahildeki zeytinler, ıhlamurlar katledilmemiş, bazı işbilir esnaf tarafından kaldırımları işgal edilmemişti. Çok eski zamanlarda Mudanya’yı yakıp yıkan Makedonyalı Filip bile belki bu kadar zarar vermemişti bu zeytin diyarına. En azından sonra yeniden inşa etmişlerdi.

Bugün benim gezindiğim yerlerde bir zamanlar Kolofonlular, Fyrigler, Traklar, Lidyalılar, Persler, Bergamalıların yaşadığını düşününce bir garip oluyorum. Eğer diyorum  Milattan Önce 700’lerde yaşamış olsaydım komşum bir Kolofonlu olacaktı ve ben Myrealı olarak anılacaktım.

Şaka bir yana, Mrylea; M.Ö. 4. yüzyılda Makedonyalı V. Philippos tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra Bitinyalı Prusias’ın eline geçmiş. Prusias da karısı Apameia’nın adını verdiği kenti yeni baştan inşa ederek deniz tarafından gelecek saldırıları önlemek amacıyla Tirilye ve Siği (Kumyaka) taraflarına surlar yaptırmış. Bizim (bir zamanlar Yeşil) Bursa’nın kurucusu da Bitinyalı Prusias. Bitinya krallarından IV. Nicomedes, ölmeden önce ülkesini Romalılara bırakıyor. Sonra da Bizans tekfurlarından birinin kızı olan Montania’nın adını alıyor  Marmara’nın bu zeytin gözlü deniz kızı…

Antik dönemde Bursa’nın biricik liman şehri olarak gösterilen Montania, 1321’de, daha Bursa fethedilmeden Orhan Gazi tarafından Osmanlı topraklarına katılmış; Mudanya’ya evrilerek  1871’de de ilçe  olmuş.

EVLİYA ÇELEBİ’NİN İLK DURAĞI

Seyyahlığa heves ettiği yıllarda anası ve babasından habersiz, İstanbul’dan Bursa’ya gitmek için yollara düşen Evliya Çelebi de uğramış Mudanya’ya. Çelebi’mizin anlattığına göre bu yolculuk, onun İstanbul dışına ilk yolculuğu. Bir başka deyişle, yetmiş bir yılı aşkın ömrünün elli bir yılını seyahatlerde geçiren, Çelebi’mizin; yolculuklarının ilki  Mudanya’ya olmuş. Yoldaşı Okçuzade Ahmed Çelebi’yle birlikte Eminönü’nden bir kayığa binerek yaptığı yolculuğu şöyle anlatıyor:

“1050 Muharreminin ilk cuması idi (1640 Nisanı). Leventler, hazır baş olup yelken seyirdüp Huda kolaylık ede diye Fatiha okudular. Pupa yelken Sarayburnu akıntısını ve girdabı geçtik. Hakir (kendisi):

-Geliniz şu girdab-ı gamda def’i gam içün bir segah faslı edelim, dedim.

Âşıkane, sadıkane bir Hüseyin Baykara faslı oldu ki erbab-ı zevkin ağızlarından salyalar aktı. Bu zevk i sürur ile Heybeli adasının önüne geldik.

Oradan kalkup beşinci saatte Mudanya sahiline varup demir attık.

Bu şehir İstanbul tekfurunun kızı “Mudanya”nın binasıdır. Hakire gurbet diyarında ilk Cuma namazı bu şehirde müyesser olmuştur. Leb-i deryada bender bir iskeledir. Gemiler için emin bir limandır. Yedi rüzgârdan mahfuzdur. Ama şimal rüzgarından  o kadar emin değildir. İskele başında gümrükhanesi vardır.”

Çelebi’nin gurbet diyarında ilk Cuma namazını kıldığı şehirdir Mudanya. Yine onun anlatımına göre Mudanya’nın o yıllarda  üç camii, yedi mescidi, iki sibyan mektebi,  iki yüz kadar dükkanı vardır. “Rum güzelleri çoktur. İnciri, üzümü, şırası meşhurdur. Hele sirkesi bütün dünyaya dağılmıştır.”

1891’de Bursa’ya Seyahat’i yazan edip ve seyyah İbnü’l Celal Sezayi’ye göre Bursa’ya gitmek Boğaziçi’ne gitmekten daha kolaydır. Şirket-i Hayriye vapurlarından bir buçuk kat büyük Gedikler vapuruyla gelinirmiş Mudanya’ya. Onun kalemiyle Mudanya’dan Bursa’ya yolculuk:

“İskeleyi geçtik, iskele sokağında vapurdan çıkan yolcuları Bursa’ya nakl için bir sıraya dizilmiş olan ve intizamınca bizim Beyoğlu landrolarından (landau: açılıp kapanır körüklü at arabası) bilater bulunan kadife döşemeli landrolardan birini kiralayarak yolumuza doğrulduk. Zeytinlik  denilen tarike (yola) girdik. Zeytin ve dut ormanları üç çeyrek saat kadar devam etti. Yolda birkaç Hristiyan çocukları rayihası latif iki üç demet yabani daha doğrusu hüdayı nabit çiçeklerden attılar. Yolda “Misebolu” namında bir Hristiyan köyüyle Bademlik namıyla bir İslam köyüne tesadüf ettik.” Gezginler, daha sonra Rumeli muhacirinin bulunduğu Fethiye köyü, Karaman köyünü geçip Acemler’e geliyorlar. En sonunda Bursa şehrine ulaşıyorlar.

1893 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre Mudanya’da yaşayan kişi sayısı 16.683. Nüfusun %71’i Rumlardan oluşuyor. Mudanya’daki Türk nüfusu ise 4.891 yani nüfusun %29’u. Rumlar, 1924 mübadelesinden sonra Yunanistan’a göçüyorlar ve Halkidiki yarımadasında Nea Moudania (Yeni Mudanya) adıyla bir şehir kuruyorlar. Yeni Mudanya’nın yaklaşık on kilometre ilerisine de Nea Triglia (Yeni Tirilye) kuruluyor. Tıpkı bizim Mudanya’mız ve Tirilye’miz gibi. İtalyan mimar Piçiretu tarafından planlanan Giritli Mahallesi’nde bulunan Mudanya evlerinin bir kısmı Yunanistan’a göç eden bu Rumlara ait, sahipsiz ve kimsesiz…

Mondros Mütarekesi ertesinde Onbaşı Şükrü Çavuş’un direnişi karşısında ancak bir gün süren İngiliz işgalinden on bir gün sonra başlayan Yunan işgali, 12 Eylül 1922’ye kadar iki yıldan fazla sürüyor. 12 Eylül, bütün memlekette karanlık bir rejimi ve onun baskı yönetimini hatırlatırken Mudanya için düşmandan kurtuluşu simgeleyen anlamlı bir gün olarak her yıl coşkuyla kutlanıyor.

MUDANYA MÜTAREKESİ

Mudanya, sadece Bursa ve Marmara Bölgesi açısından değil ülke tarihi açısından da önemli bir yere sahip. 3 Ekim 1922 Salı günü 15.15’te İsmet Paşa’nın başkanlığında başlayan görüşmeler, 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile tamamlanıyor.  Bu anlaşma ile Kurtuluş Savaşı sona eriyor, ülkemiz istiladan kurtuluyor, Doğu Trakya savaşılmadan alınıyor ve işgal altındaki İstanbul, Türk yönetimine geri veriliyordu.

Mütareke için Mudanya’ya gelen müttefik devletlerin temsilcileri, 11 Ekim günü İstanbul’a hareket ediyorlar. Şevket Süreyya Aydemir, Mudanya’daki veda görüntülerini şöyle dile getiriyor:  “Son oturumda müttefik generalleri, bir ev sahibi olarak İsmet Paşa’ya, gördükleri iyi kabul ve nezaket için ayrı ayrı teşekkür ettiler. İsmet Paşa, her zamanki güler yüzlülüğü ile misafirlerine mukabele etti ve her birinin iyi niyetlerini övdü. Konferans binası önünde bir askeri bando bekliyordu. Önde General Harrington olduğu halde müttefik generalleri ile yanındakiler, eski tacir Aleksandr Ganyanof’un ahşap köşkünün mermer holünde göründüler. Limanda gemiler, efendilerini bekliyorlardı. İsmet Paşa orada misafirlerine son defa veda ederken, bir askeri ihtiram kıtası selam vaziyetini aldı. Müttefik generaller, bu kıtayı teftiş ederek geçerlerken askeri bandonun şefi değneğini kaldırdı. Mızıka bir marşa girdi. İtilaf devletleri kumandanları bu marşın ahengine ayak uydurarak rıhtıma doğru yürüdüler. Fakat nedense bu marş biraz fazla oynaktı. Müttefik delegeleri ilerledikçe bandonun temposu da hızlanıyordu. İsmet Paşa, misafirlerinin bu ahenge ayak uydurmak çabalarını, o her zamanki çocuksu tebessümüyle izliyordu. Bando, temposunu büsbütün hızlandırdı. Nağmeler gittikçe oynaklaştı. Bu marşın çalınışı bir tesadüf müydü, yoksa bando şefinin zeki bir azizliği miydi; bu hâlâ belli olmamıştır. Ama Mudanya Anlaşması’nı imzalayanlar, Mudanya’yı bu oynak marşın temposu içinde terk ettiler.

MUDANYA TRENİ

Bir vakitler Mudanya’dan Bursa’ya tren yolculuğu yapılabildiğini ve 1948’de ekonomik olmadığı gerekçesiyle tren seferlerinin durdurulmasına hem çok şaşırmış hem de çok üzülmüştüm. Eğer demiryolu sökülmemiş olsaydı bugün bile nostaljik tren yolculuğu yapmak mümkün olabilirdi, hem de çok güzel olurdu. Düşünsenize İstanbul’dan deniz otobüsüne atlayıp gelmişsiniz ve Mudanya’da tarihi bir trene binip bağların, bahçelerin, zeytinliklerin arasından geçerek tarihi bir şehre, Bursa’ya yolculuk ediyorsunuz. Çok yazık olmuş, keşke bazı şeyler olduğu gibi korunabilse…

Her gün önünden geçtiğim eski istasyon binası, sadece parası olanların gidebileceği  ticari bir işletme artık. En azından orası bir müze olarak düzenlenebilirdi. Tıpkı Paris’teki Orsay Müzesi gibi… Bir ipek müzesi ne çok yakışırdı Mudanya’ya…

Bugün sadece Mudanya’daki gar binası kalmış olan kırk iki kilometrelik  Mudanya-Bursa demiryolu hattı Belçikalı bir şirket tarafından inşa edilmiş. Amaç, Avrupa’dan gelen koza ve iplik talebini karşılamak… Öyle ki o yıllarda Mudanya ve İstanbul arasında tarifeli vapur seferleri yokken Mudanya’dan Marsilya’ya tarifeli vapur seferleri düzenleniyor.

Dr Osman Şevki (Uludağ), Tophane rıhtımından Mudanya’ya her gün Seyr-i Sefain (Türkiye Deniz İşletmeleri’nin eski adı) vapurlarının geldiğini yazıyor. O zamanlar deniz yolculuğu dört – dört buçuk saat sürermiş ve uzaktan Uludağ’ın  karlı manzarası yolculara çok çekici gelirmiş. Yolcular Mudanya’ya vardıklarında tren ya da otobüsten birini tercih ederlermiş. Tren yolculuğu bir saat kırk beş dakika, otomobil yolculuğu ise bir saat sürermiş. Kendi kaleminden:

Tren yolcuları Mudanya’dan itibaren Yörükali istasyonuna kadar çok güzel bağlar ve zeytin ağaçları arasında seyahat ederler. Manzara, İsviçre manzaralarından farksız, hatta aydınlık bakımından daha çekicidir. Yörükali istasyonu, en yüksek noktadır ve burada irtifa deniz seviyesinden 217 metre yüksektir. Bu noktadan itibaren birçok eğimlerle Bursa Ovası’na inilir ve Koru, Hüdavendigar, Muradiye istasyonlarına uğrayarak son istasyon Demirtaş’a ulaşır.

Tren yolcularının nüfus tezkireleri, trenin seyri esnasında ve tren içinde, otomobil veya kamyonet yolcularının nüfus tezkireleri ise Acemler mevkiinde polis tarafından kontrol edilir.”

 

Bir masal gibi… Çoktan sona ermiş bir masal… Sanırım benim masalım da bu masaldan uyanmış şehirde sona erecek. Son durağım, son istasyonum burası olacak. Hayatının kırk yılı  gurbetlerde geçmiş biri olarak benim son gurbetim, Mudanya olacak.

Mudanya Hakkında Az Bilinenler için : 

Yararlandığım kaynaklar:

1) Dr Osman Şevki (Uludağ), Bursa ve Uludağ, (Türk Gezginler Cemiyeti Tarafından tabedilmiştir. 1928)

2) Prof. Dr.Yusuf OĞUZOĞLU, Ulusal Zaferimizi Taçlandıran Kasaba: MUDANYA  (Makale)

3)Dr. Ayhan Aktar, Bursa’da Devlet ve Ekonomi,  İstanbul ( Bir Masaldı Bursa)

3 comments

  1. Bir Mudanyalı olarak yaşadığım bu kente, çok az şey bilerek yaşamışım, Mudanya yı artık sizin anlatığınız bilgileri hatırlayarak gezeceğim. Çok teşekkürler. Dr.İbrahim Hüseyin Yücer

Syhn Cn için bir cevap yazın Cevabı iptal et