DECAMERON’LA ZAMANDA YOLCULUK

Zaman makinesi, henüz icat edilmedi ama zamanda yolculuk etmek için kitaplar ne güne duruyor? Özellikle roman ve hikâyeler, bizi yaşadığımız zamandan alıp başka zamanlara ışınlamıyorlar mı? Sadece İtalyan düzyazısının değil, “tüm zamanların en büyük kısa hikâye koleksiyonu”[1] kategorisinde gösterilen, adı bile “zaman”ı çağrıştıran ve Grekçe on günün kitabı anlamına gelen “deka emari” sözcüklerinden türetilmiş “Decameron” da, bizim için bir tür zaman makinesi değil mi? Altı yüz yıl öncesinin Floransa’sına gitmek için Giovanni Boccacio’unun Decameron’undan daha iyi bir zaman makinesi olabilir mi?

Dilini bilmediğiniz bir ülkeye yolculuk ederken iyi bir rehbere de ihtiyacınız olur. Decameron’la on dördüncü yüzyıl İtalya’sına yaptığım zaman yolculuğunda, benim rehberim Rekin Teksoy oldu. Dante’nin İlahi Komedya’sını dilimize kazandıran Teksoy; bu çalışması ile İtalyan Senatosu Çeviri Ödülü’nü, Decameron’un eksiksiz çevirisiyle de İtalya Cumhurbaşkanı Kültür Şövalyesi ünvanını almış. Teksoy’dan önce de Decameron, dilimize çevrilmişti aslında. Avrupa edebiyatının köşe taşlarından biri olan kitabın ülkemiz sınırlarından girişi 1954 yılına rastlıyor. Fakat eksiksiz ve sansürsüz ilk çevirisi Rekin Teksoy tarafından yapılmış.  Her şey iyi güzel de kitabın kapağı için seçilen resim fazlasıyla erotik. Şunu söylemeliyim ki kitabı metroda, otobüste veya insanların olduğu herhangi bir yerde açıp okumak biraz cesaret istiyor. Siyah poşete konulacak kitaplardan biri diyebiliriz Oğlak Yayınları’nın Decameron’u için.

Decameron’la zaman yolculuğuna çıkmadan önce, Boccacio’nun eserini yazma amacını dile getirdiği ön söz niteliğindeki üç sayfalık açıklamasından; yazarın ilk gençliğinden itibaren soylu bir sevdayla tutuştuğunu, içindeki ateşi besleyen tutku yüzünden dayanılmaz acılar yaşadığını fakat dostlarının destekleri sayesinde kendisini toparlayabildiğini anlıyoruz. Bu sevdanın kahramanı “Fiammetta” adındaki genç kadın… Decameron’un kahramanlarından birinin adı da Fiammetta… Kavuşamadığı sevgilisini kitabında ölümsüzleştirmiş Boccacio… Yazarın bir amacı daha var: yazdığı hikâyelerle sevenlerin, özellikle de sık sık uzaklara giden kocalarının eve dönüşlerini beklerken ömür tüketen Floransalı kadınların sıkıntılarını hafifletmek…

Boccacio’nun zaman makinesi, beni amansız veba salgınının pençesindeki on dördüncü yüzyıl Floransa’sına ışınladığında, 1348 yılının Floransa’sında, bir salı sabahı, Santa Maria Novella Kilisesi’nin avlusunda buluyorum kendimi. Yirmili yaşlarını süren yedi genç kadın, içinde bulundukları tehlikeli durumdan nasıl kurtulabileceklerini tartışıyorlar. Avrupa’da hızla yayılan vebadan kaçmak isteyen bu akıllı, soylu ve güzel kadınlar; o sırada kiliseye giren, üç genç erkeği de ikna ederek Floransa’dan kaçmaya karar veriyorlar.

Uşakları ve hizmetçilerini de yanlarına alarak vebadan ve onun yaşattığı acılardan kaçan on genç insan, Floransa’nın dışında bir şatoya yerleşiyorlar.  İki hafta boyunca burada kalacak olan bu topluluğun ilk kararı, hoşça vakit geçirmek ve neşelerini sürekli kılmak… Bunun için de içlerinden her gün bir yönetici seçmeye karar veriyorlar. Günün kraliçesi veya kralı olan kişinin en önemli görevi, seçildiği günün mutlu yaşanmasını sağlamak. Yönetici seçilen kişi; topluluğun açık hava sohbetlerini, danslarını, şarkılarını organize ediyor. İlk yönetici; oylama ile, sonrakiler de bir önceki yönetici tarafından seçiliyor. Bağların, bahçelerin içinde gününü gün edecek olan bu on genç insanın hafta sonları hariç her gün bir hikâye anlatma görevi var. Günün kraliçesi veya kralı tarafından önceden belirlenen bir konuda –birinci ve dokuzuncu günlerde konu serbest- topluluğun her üyesi bir hikâye anlatmak zorunda.  Her gün on öykünün anlatıldığı Decameron’da toplam 100 öykü yer alıyor. Hikâye içinde hikâye üzerine kurulmuş olan Decameron, bu yönüyle Prenses Şehrazad’ın bir sonraki güne sağ çıkabilmek için hükümdar eşi Şehriyar’a her gece bir hikâye anlattığı Binbir Gece Masalları’nı çağrıştırıyor.

Peki, Decameron’da hangi konular anlatılıyor derseniz cevap basit aslında. Aşk, aldatma, ihanet, gönül yaraları, din adamlarının ikiyüzlülüğü, karı koca çekişmeleri, cimrilik, toplumsal önyargılar vs… Bilindik konular aslında… Kitapta, dönemin tanınan kişilerinin başlarından geçen komik olaylar da işleniyor.  Dönemin yöneticileri, sanatçıları, soylu aileleri de kitapta yerini almışlar. Kısaca söylemek gerekirse Decameron’da anlatılan hikâyelerin tamamı; konu, biçim ve beğeni açısından Orta Çağ’a özgü… Kitabın yenilikçi tarafı, anlatılan konuları ele alış tarzında… Örneğin her hikâyenin başında bir özet verilmesi, Boccacio’nun neyi anlattığından çok nasıl anlattığını önemsemesi açısından kayda değer bir yenilik diyebilirim.

Orta Çağ’a zaman yolculuğumda, sadece çevirmenliğiyle değil, kitaba eklediği ön sözle, dipnotlarıyla da rehberim olan Rekin Teksoy, Decameron’un farkını ve önemini şu sözlerle dile getiriyor: “Decameron’da anlatılan öykülerin çoğu, Orta Çağ’ın bilinen öyküleridir. Yenilik, Boccacio’nun Orta Çağ’ın edebiyat ve kültür geleneklerine sırt çevirip düzyazıya saygınlık kazandırarak yaptığı devrimdedir. Bireyi doğaüstünden özerk olarak ele alan, bireyin erdemlerini, aklını, yeteneğini önemseyen “laik” anlayıştadır. Decameron dünyasının ekseni ne Tanrı’dır ne bilimdir; insanın olanca gücüyle mistisizme karşı çıkma içgüdüsüdür.  Decameron Orta Çağ’a karşı çıkmakla yetinmez, daha önce benzeri olmayan ince bir alaycılıkla yerden yere vurur bu dönemi.” Teksoy’un da yazdığı gibi Decameron’u o zamanlardan alıp günümüze taşıyan, kendisini de “zaman makinesi” yapan en önemli özelliği; bireyin aklını, yeteneğini, erdemlerini önemseyen “laik” anlayışı; mistisizme karşı çıkma içgüdüsü ve tüm bunları yaparken dönemini ince bir alaycılıkla eleştirmesi olsa gerek…

Yirminci yüzyılın önemli yazarlarından Herman Karl Hesse’nin “Avrupa hikâye anlatıcılığının ilk büyük başyapıtı” olarak tanımladığı Decameron’un yazarı Giovanni Boccacio, Dante Alighieri’nin de çağdaşı… Fakat, bu iki yazardan biri, diğerine biraz geç kalmış. Dante, İlahi Komedya’da sözünü ettiği gibi yaşam yolunu yetmişe uzatabilmiş olsaydı ya da Boccacio, birkaç yıl daha erken doğmuş olsaydı büyük ihtimalle, Floransa’da Arno nehrinin kıyısında edebiyat konuşuyor olacaklardı. Hayal etmek bile güzel doğrusu… Yine de Boccacio’nun, Dante’den etkilendiğini biliyoruz. Dante’nin İlahi Komedyası’na “İlahi” sıfatına getirenin Boccacio olduğunu bildiğimiz gibi…

Hümanizmin temellerini atan ve içeriğiyle başta William Shakespeare’i, başyapıtı Canterbury Hikâyeleri ile İngiliz edebiyatının Homeros’u addedilen Geoffrey Chaucer’i, fablleriyle tanınan Fransız şair ve yazar La Fontaine’i, Fransız şair ve oyun yazarı Alfred de Musset’i etkileyen Decameron; öyle görünüyor ki zaman yolculuğunu başarıyla sürdürecek eserlerden biri olarak kendinden çok söz ettirecek ve benim gibi birçok okuru Orta Çağ’a götüren bir zaman makinesi olmaya devam edecek…

[1] Leonard Barkan, Princeton Üniversitesi

Yorum bırakın