Şehr-i Ayıntab-ı Cihan: GAZİANTEP

Kasım ayı bizim ailenin en çok kutlama yaptığı ay. Evlilik yıl dönümümüz, kayınpederimin doğum günü ve Öğretmenler Günü’nü ikişer gün arayla kutluyoruz. Bu yıl hepsini bir arada ve başka bir şehirde kutlayalım istedik. Uçağa atladığımız gibi soluğu Antep’te aldık. Her gidenin anlata anlata bitiremediği Antep’i dünya gözüyle biz de görelim dedik.

Evliya Çelebi de öve öve bitiremediği Antep için “Dünya yüzünden geniş bir ili, göz alıcı büyük yapıları, her yerden aranan eşyası, birçok mezraları, bolluk ve verimliliği, bitimsiz  yiyecek ve içecek pınarları ve ırmaklarıyla burası ‘Şehr-i Ayıntab-ı Cihan’dır” diyor. Yani  “Dünyanın Gözbebeği Şehri”

Biz Evliya Çelebi kadar kalmadık, bağını bahçesini görmedik. Ama havaalanından şehre girişte fıstık ağaçları dikkatimi çekti doğrusu. Fıstık dedim de bir anekdot geldi aklıma: Atatürk buraya geldiğinde o kadar çok fıstıklı yiyecek ikram etmişler ki kendisine, dayanamayıp “Bana artık fıstıklı bir şey yedirmeyin.” demiş. Bunun üzerine su getirmişler. Suyu içerken bir Antepli “Nasıl ama Paşam, suyumuz fıstık gibi değil mi?” demiş. Sonrasında Atatürk nasıl tepki verdi acaba? Bilmiyorum.  Bu olay gerçekten yaşanmış mı onu da bilmiyorum.

Tarihî İpek Yolu üzerinde bulunan Antep, Cumhuriyet öncesi yıllara kadar Ayıntap  (Ayıntab ) adıyla anılmış. Şehre suyunun bolluğundan dolayı Arapça “parlak pınar” anlamına gelen Ayıntab denmiş.

Bir rivayete göre de buranın “Ayni” adında kötü bir hakimi varmış. Birçok uygunsuz işler yaptıktan sonra ettiklerine pişman olmuş ve tövbe edince, halk “Ayni tövbe etti” demiş. Bu nedenle şehrin adı “Ayni Tövbe” Aynitap olarak kalmış.

Kurtuluş Savaşı sırasında, Fransızlara karşı eşsiz bir direniş gösteren Antep, “gazilik” unvanına layık görülerek Gaziantep adını almış.

Tüm bu ön bilgiler eşliğinde,  Antep’e indiğimizde havaalanının önünde bekleyen otobüse binerek şehir merkezine geldik. Öyle kocaman bir şehir değil Antep. İlk şaşkınlığı atlattıktan sonra otelimizi bulduk. İbis Otel, şehrin ana caddelerinden birinin üzerindeydi. Paris’te de İbis’te kaldığımız için bu oteli tercih ettik. Hem ekonomik hem de temiz bir otel çünkü. Otele yerleştikten sonra şehir turuna çıktık. Görmek istediğimiz her yer bir merkezde olduğundan yarım gün içerisinde Zincirli Bedesten’i, Bakırcılar Çarşısı’nı, Kale’yi, Emine Göğüş Mutfak Müzesi’ni, Şahinbey Savaş Müzesi’ni gezdik. İmam Çağdaş’a da uğramayı ihmal etmedik tabii. Alinazik yedik, güzeldi doğrusu. Garsonlar da çok kibardı. Başka bir yerde de beyran çorbasını ve küşlemeyi de denedik  ama çok beğendiğim söylenemez. Belki de Halil Usta’ya gitmeliydik. Güllüoğlu’ndan aldığımız baklava da damak çatlatacak cinstendi. Bütün bunlar bir yana  Antep’te en çok daracık tarihi sokakları beğendim.  Bir de Zeugma Mozaik Müzesi ile Şahinbey Milli Mücadele Müzesi gerçekten çok etkileyici idi. (Bunlar ayrı bir yazının konusu olacak.)

Evliya Çelebi’nin yazdığı kadar var, Antepliler çok yardımsever. Yine de şehirde Suriyelilerin gölgesi belirgin şekilde hissediliyor. Biz bir şey görmesek de, otelin yerini sorduğumuz bir polis, bu şehrin eskisi kadar güvenli bir şehir olmadığını açık açık ifade etti. İşte o an, keşke bu şehir de Evliya Çelebi’nin anlattığı yıllardaki gibi Şehr-i Ayıntab-ı Cihan olarak kalsaydı demekten kendimi alamadım ne yazık ki…

Gaziantep Kalesi

Roma Dönemi’nde gözlem için kullanılan kalenin kimler tarafından ve ne zaman yapıldığı hakkında net bir bilgi yok.

Bakırcılar Çarşısı

Bakırcılık, gümüş işlemeciliği,yemenicilik ve kutnuculukla ilgili geleneksel sanatların yer aldığı bu çarşıda en çok kutnuculuk ilgimi çekti. Çözgüleri genellikle ipek, atkıları ise; pamuk ipliğinden olan saten örgü ile dokunmuş ve çözgü yönünden renkli desenleri olan bir tür yarı ipek kumaşa “kutnu” deniyormuş. Kutnunun diğer adı ise; “saray kumaşı” .  Kutnu Arapça’da pamuk  anlamına geliyor ve  dünyada sadece Gaziantep’te dokunuyor. Osmanlı döneminde padişahın kaftanı bu kumaştan dikilirmiş. Gaziantep’ten aldığım tek hediyelik eşya kutnudan dokunmuş bir kravat oldu.  Atatürk’e hediye edilen kravatın bir benzeri olan bu kravatı oğluma hediye ettim.

Zincirli Bedesten

Önceleri kasapların kullandığı Bedesten, et hali olarak adlandırılıyormuş ancak daha sonra restorasyon çalışmalarının ardından turistlere yönelik hediyelik eşya ve baharat satan otantik 75 adet dükkanın olduğu bir kapalı çarşı haline çevrilmiş.

Yemenicilik de çok gelişmiş. Hollywood köstüm tasarımcılarından binlerce sipariş alıyormuş esnaf. Ünlü Truva filminde  Brad  Pitt’in botları burada yapılmış.

Gaziantep Müzelerini de göreyim diyorsanız :

 

One comment

GAZİANTEP – MÜZELER | Seyhan Can için bir cevap yazın Cevabı iptal et